31 Aralık 2011 Cumartesi

Kazın ayağı

Merhaba, uzun zamandır blog'a yazı girmiyorum. Bunun nedenlerini anlatmak gibi bir saçmalığa girmeyeceğim. Şu an içimde bulunduğum hisleri blogun kadim dostluğuna güvenerek yazmaya karar verdim, o kadar.

Buraya yazmadığım süre zarfında her insanın hayatında meydana gelen yoğunlukta şeyler geldi başıma. Son zamanlarda, tam bir sınırı yok kafamda ama bir çok şey değişti sanki içimde ve çevremde. Örneğin, artık bunda saklayacak bir taraf görmüyorum, bir dostumu kaybettim. Merak etmeyin, sapasağlam yaşıyor ama aramızdaki o bağ koptu diyelim. İnsanın canını acıtan bir şey. Ama her zamanki gibi bu duygumu saklamamı gerektiren bir durum olmadığını düşünüyorum ve sizin duymanızdan da çekinmiyorum.

Bunun dışında yurda çıktım mesela. Bir çok şey değişti. Sadece içinde kendimin bulunduğu bir hayat. Ama asla kendi kendime kalamayışımla tezat oluşturan bir süreç esasında. Memnunum halimden, hafta sonları eve dönmekten, evde artan süksemden ve yılmaz iki yüzlülüğümden.

Her neyse, genel anlamda da çok sosyal olduğumu söyleyemem. Çoğu arkadaşımla görüşme sürelerim bir hayli düştü. Nicesel düşüşten ziyade, nitelikte de bir değişim olduğunu hissediyorum. Hayır, sevmemekle alakası yok, kendini bir yere,bir ortama ait hissedememe diyelim. Sanki uzak bir zamandaki fırtınanın hafif esintisini hissediyorum. Ve günün birinde beni bunalıma sokacak şeylerin bu günlerden beslenmiş olacağını hissediyorum.

Bunun dışında, dünya ve ülkemizde bir sürü şey oluyor. Takip ediyorum, kimisini edemiyorum ama şunu söyleyeyim, okulu -yani dünyanın, ülkemizin ve toplumların mikro dünyasını- takip ediyorum. İnsanları inceliyorum, yargılıyorum acımadan, sonra pişman oluyorum... Bu böyle sürüp gidiyor, ben kendime genel geçer anlamlar bulmaya çalışıyorum. Belki de hiç bir şey yaptığım yok sadece bana yapıyormuşum gibi geliyor.

7/24 okul ortamında bulunmanın garip bir tarafı da var, hayatı oradan ibaret görmek. İşte bu eylemi yaptığımı hissettiğimde eve dönüyorum, mahalleye bakıyorum, esnafa, şuna, buna ve eskiden görmediklerimi görmeye başlıyorum. Diyalektikten besleniyorum, bir şey mutlak olunca ona dayanamıyorum...

Sonda söylenmesi gereken bir cümleyi de yazdıktan sonra, gelelim başka bir konuya, ben şu an halimden, her şeye rağmen memnunum. yani, şu an bazı ön kabullerim var ve Sartre'ın, varoluşçuların aksine "essence creates existence" diyorum ve esaslara bağlı varlık dünyamda yaşamayı istiyorum, her ne kadar varoluşçu felsefeyi tutarlı bulsam da...

(Not: adettendir, iyi yıllar dileyeyim. Ama birden her şeyin güzelleşmesi imkansız. Twitter'da da dediğim gibi hayat cumulative'dir.)