31 Temmuz 2010 Cumartesi

Modern toplumun suni dertli minik insanı

Herşeyden ve blogumdan sıkıldım yine.
Haftaya annem çalışmaya başlasa, evde yalnız kalsam. Ve bana bi engeli olmadığını iddia eden bir annesiz evde neler yapabileceğimi görsem.
Ya da tatil arsızı oldum yeniden birileriyle tatile çıksam...
Bu sefer daha da uzak ve daha da uzun olsa.
Sonra hiçbirşey olmamış gibi tekrar hayatıma devam etsem.
Hayatım ne olacak. Tabiki de hiçbirşey değişmeyecek, herşey aynı kalacak ufak rötuşlarla.
İyi mi kötü mü?
Geçen gün fal bakarken dilek tut dediler hee tuttumm dedim. Sonra da aa gerçekleşcek dediler. Ama ben dilek tutmayı unutmuştum.
Tabi ne dileyebilirdim ki canım, işte hani varya şu hep düşündüğüm odur işte dedim kendime.
Herşeyle hiçbirşey arasındayım. Hava sıcaklığının da bunda etkisi büyük.
Ve seneye kullanmak zorunda kalacağım metrobüsün.

Hani hepimiz geçmişte küçük düştüğümüz anları hatırlarken hep hızla geçeriz ve onurlandırıcı bir anımızı hatırladığımızdaysa ona ses ve ışık efektleri ekleriz ya.
evet ekleriz işte buydu demek istediğim.

Alın bir de benden size cep sözü;
"Hayatımız bir filme çekilseydi izlerken uyuyakalabilirdik."

-Mesela ben ilerde yazdığım yazıları hatırlamaya çalışırken bu yazıyı özellikle sıranın en sonuna koyucam.-

Interessant

Televizyonlarda sigara ve puroyu mozaikleyen zihniyetin nargileyi sere serpe göstermesine ne demeli?

29 Temmuz 2010 Perşembe

işte böyle bir şey

Abim demişti de inanmamıştım. Adler okudun mu? Diye soranlara okudum de geç. Okumana gerek yok.
Aynen öyleymiş. 'insanı tanıma sanatı' adlı kitabından yaptığım çıkarım şu;
Bu adam bilinen ve önceden söylenmiş fikirleri sıradan ve sığ bi şekilde anlatmak dışında bir şey yapmamış. Ve bir de bi hayli yüzeysel fikirlere sahip.Adler rüyaların geleceğe dair ipuçları vermediğini yeni yeni idrak ettiğinde Freud çoktan rüyaların bir 'arzu giderimi' ve bilinçaltının su yüzüne çıkması olduğunu düşünmüştü.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Soyunuyorlar, tutamıyoruz

Demin Dream tv'de 'Mor ve Ötesinin solisti Harun oyunculuga soyunuyor' altyazısını gorunce aklıma geldı. Ya nıye soyunuyorlar. Soyunmak fiilinin temel anlamıyla bir bağlantısı nedir bunun?
Hani müzisyenken gıydıgı kıyafetleri çıkarıp anadan üryan (pek de kibarım) sinema televizyon camiasına mı koşuyor bu adam?
Öyleyse bilelim...

27 Temmuz 2010 Salı

Söz meclisten dışarı

Eğitilmiş köpekler, doymak bilmez maymunlar... Hepımız onlardan degıl mıyız zaten? YASAMAK İSTEMEM ARTIK ARANIZDA diyebilenler zaten yaşamamaktalar.
Ve onlara çok saygı duyuyorum. Ama siz yinede benım saygımı kazanmak için kıymayın kendinize he.
Derler ya kendine saygın olsun diye. Benim onun için kendımı ıntıhar etmem lazım. (bir eylem olarak 'kendini' intihar etmek) E boyle bı durumda saygı duyduğumun bilincinde olamayacağıma göre ben kendime saygı duyamadan ölücem. Bir diğer seçenek ise herşeyden kopup dünya topraklarının üzerinde kendıme yenı bır dunya kurmak.
Ama ben şuan yaşamak isterim aranızda. Ve kendıme saygı duymak değil nefret etmekteyim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Youth

Şu anda hayatımın ilk aılemsız tatılıne gıtmekteyim. Otobuste çevreme özgür kız tadında bakınmakta ve havalara da girmekteyim. Cumaya kadar takılcaz kefken'de bakalım. Burayı günlük gıbı kullanmaktan pek haz etmesem de ne bılıyım yazasım geldı işte...

Not:malum telefondan giriyorum internete ve nedense aşagıdakı yazıma yapılan yorumlara (daha dogrusu Stumm'a) cevap yazamadıım. Bı daha denıycem artık.

23 Temmuz 2010 Cuma

Medyavi Muhabbet

Yüzlerce blog sitesi var. Herkes kendince birşeyler yazıyor; kimisi günlük hayatını anlatıyor, kimisi uzmanlaştığı alanda bilgi veriyor, kimisi iç dünyasını anlatmak peşinde, kimisi hobilerini paylaşıyor, kimisi gündemi takip ediyor.

Eğer bir gün gazete ve dergilerin yerini sanal alemdeki platformlar alacaksa ve şu an tam olarak şeklini almamış bir sanal bilgilendirme ortamı oluşacaksa bu muazzam bir çok seslilik içerecek.

Bu çok seslilik tabiki de tüm "beşer düzenleri" gibi kötü ve iyi yanları birlikte barındıracak. Olumlu yanı bir çok düşünceye, bakış açısına ve ilgiye tanık olmak çok normal bir olay olacak vb. Olumsuz tarafı ise; doğru,güvenilir ve özgün fikirlere ve bilgilere ulaşmak zorlaşacak.

Bir habere ilk kimin ulaştığı, kimden duyulduğu, kimin o haliyle yazıya geçirdiği belli olmayacak kim bilir... Korsan cd gibi ilkel bir hırsızlıkla bile uğraşırken dellenen insanlar sanal alemdeki fikir ve emek hırsızlıklarına nasıl bir tepki verecek ve önüne hangi yollarla geçmeye çalışacak.

Peki şuan ekmeğini televizyon programları, gazete yazıları gibi medya alanlarından kazanan insanlar e-medya düzenine geçince ne yapıp ne edecekler. Medya bir meslek halinden çıkıp, part-time bir uğraşı haline gelmişken (Kişisel site ve bloglar) nasıl geçinecekler? Üyelikli siteler halinde gerçekleşir belki bu evrim gibi bir tez sürebilirsiniz. Ama bu ücretli e-medya kısıtlı siteleri aşamayacak halde kalır gibime geliyor. Bir şekilde o üyelikli ulaşılabilen bilgilere ulaşılıp, halka ulaştırılabilir. Bu durumda medya sektörü biraz da sektörlüğünü yitirip, kişisel uğraşılar bütünü haline gelmeyecek mi?

Copy paste sayesinde yayınlanmış her tür bilgiye ücretsiz ulaşmak, belirli bir seviyeyi düşürür mü?

Ya da hepsine inat şu tezi sürebilir miyiz; Kimse kısıtlı kanallara ve gazetelere bağlı kalmayıp kendine uyan platformlara ulaşacak ve her yönüyle olumlu bir oluşum olacak.?

Yaşayıp göreceğiz, belki hepsi bir yanılsamadan ibaret.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Bir kız çocuğunun gizli ajandası

Bugün odamdaki fazlalıklardan kurtulmak isterken geçmişime dair ilginç detaylara rastladım.
-Bi ajanda buldum. Ajandanın başında da bir takvim var her gün ufak bir kutucuk olarak gösterilmiş ve "genç dimağ" ben o kutucukların hafta içi olanlarının hepsine "okul" hafta sonları ve tatillerine de "tatil" yazmışım. Ki zaten iş günleri mavi ve tatiller beyaz olarak boyanmış. Bunu yaparken 7 yaşındaymışım.

-Yine aynı ajanda da pokemonları sınıflayarak listelemişim. Bazı önemli olanlarınıysa tek tek açıklamışım. Çizebileceğim kadar kolay olanlarınıysa çizmişim. Bunu yaparken 10 yaşında falandım sanırım.

-Çok tasarruflu bi çocuktum. Tüm çocukluğum aynı ajandayla geçmiş. Hala aynı ajandadayız. 15 gün falan günlük yazma çabasına girmişim. Her gün 4-5 cümleden oluşuyor. Ve 15 günün de ilk cümlesi aynı; "Sabahleyin erkenden kalktım." Acaba kaçta kalkıyordum o ara?

Tam bu ajandamdan ayrılabilmiş ve işimi bitirmek üzereydim. Bi dosyayı çöpe atarken arasından 1,5 sene önce katıldığım felsefe olimpiyatında yazdığım yazımı buldum. Ve tam bu yazıyı bulduğum gün İoanna Kuçuradi'yi televizyonda görmeme ne demeli?

20 Temmuz 2010 Salı

Birlikte doksanlara özgü kıyafetler giyebilecek birilerini bulsam ki ben!


Bundan kelli önce yazılarımı kaleme alıp sonra buraya şettiricem. Çünküm yeni kayıta tıklamamla mala bağlamam bir oluyor. Şu ara ilhama o kadar ihtiyacım var ki. Buralara yazılar döşeyememekteyim. Burası dışında yazmam gereken yazılarım var. Bi de hangi akla hizmetse bir adet şarkı sözü yazmam lazım. Bakalım neler olucak görücez hanımlar beyler.

Şu an okuduğum 5i bi arada Otostopçunun Galaksi Rehberi' de önümü tıkadı biraz. Çok zevkli bi de kıyamamaktayım hızla okumaya. Bu sefer de okumam gereken diğer kitaplara geçemiyorum.

Farkettiniz di mi dünyanın en dertli insanıyım. Ve de en boş insanıyım. Daha her hangi bir işe yarar lafımı gördünüz mü şu yaz. Geçen yıl ki acemix yazılarım nerde, şu mal hallerim nerde.

Bu yıl benden çok şey götürmüş. Satamadan getirir zaten, eski halimin de pek bi boka yarar hali yoktu. =) o yüzden umutluyum

19 Temmuz 2010 Pazartesi

helo

Sıcaktan beynım kafatasıma yapıştı dedim arkadaşıma. Cidden öyle.
Bir diğer arkadaşımdan da; ruhumu paraya satmam konusunda ikna edici sözler duydum.
"Boğaziçi eski sevgilin aranızda manevi bi bag vardı ama Koç da yeni kocan sana çok şey vaat ediyo önce evlenip sonra aşık olabilirsin yani belli mi olur."

İşte günlerim bu tip kıyaslamalar ve arada kalmalarla geçiyor. Ve bu cuma da Bilkent'e gitme durumum var. Sanmıyorum Bilkent seçiceğimi ama gezmek iyidir.
He bi de sonunda das sport diyorum.
Seneye bu zamanlar kendımı nerede görmek istiyorum. Bu sorunun cevabı her 2 saatte bir kafamda gerçekleşen güncellemelerle değişime uğruyor.

Fazla da kafaya takmamalı, o kadar derece yapmışım tadını çıkaramamak bu olsa gerek. Eninde sonunda hepsi cici okuldur yea.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

In a big big world


Bir dünya varmış yaşayanlar zamanda yolculuk yapabiliyorlarmış. Ama ancak gittikleri zamanda yasayan birileri olabiliyorlar ve yasanmıs olayları tekrarlamaktan öteye gidemiyorlarmış. Yani zamanda yolculuğa rağmen istemsizce olanları olduğu gibi bırakmaktalarmış. Çünkü kıyamete kadarki tüm zamanların olayları, insanların hisleri, her ayrıntı bir yaprağın kımıldamasına kadar yazılmış. Ve bu düzenin dışına çıkmak imkansızmış. Bilinçli ve zeka sahibi olduğunu sanan insanlarsa mutsuz olduklarında, bu düzenden sıkıldıklarında aslında bu düşüncelerinin de bu düzen tarafından oluşturulmuş olduğunu asla anlayamayacaklarmış.

16 Temmuz 2010 Cuma

Sub specie aeternitatis

*Okula onca lafı ettikten sonra orayı özlüyorum denmez.

*Bazen bir puro sadece bir purodur. Ama o bazen ne zaman?

*Küçükken dedemın böyle bi sürü nalburiye malzemeleriyle oyun oynardık. Uzun çiviler çubuk kraker, boru kelepçeleri simit, ufak ince borularsa bonibon kutusu olurdu.... Çok mutluyduk çok.

*Güvensizlik güven içinde olmanın anasıdır. (Schopenhauer)

*Bademciklerim yok artık bademciğim var. Tek vücut oldular.

*Yetenekli insanlar başkalarının vuramadıkları hedefi vurur. Dahi insanlar ise başkalarının göremediği hedefleri vurur. (abzolutli şopenhaur)

*Hayali arkadaşlar büyüdükçe edepsizleşir. (bu da benden)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Hep doluyla neşiyor insan

Başvurmak kim ya? Başını vurmak kimin?

Ben eskiden daha çekilmez ve daha net bi insandım. En azından sıradanlığımı örtüyodu çekilmezliğim. En azından sıradan olmak için es geçmemiştim kendimi. Bak hala çırpınıyorum her sıradan insan gibi sıradan olmamaya...

Kızıyorum ki kendime zaten düşündüklerimi yapmadığım için. İşin garibi insanları da sevmeye başladım he çekilmez olup üzmeye korkuyorum onları.

Bu arada sınav açıklandı malum, 297. olmusum. Sevinmemiş mi bu -biiip- diye galeyana gelme. Sevindim tabi lan!

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir tatlı huzur

Sınavlar bitti, mezuniyet-balo tarzı ıvırzıvırlar bitti. Son olarak "stres atma" başlıklı tatilim de bitti ve evde arkama yaslanıp birçok şeyi düşünme fırsatını elde ettim. Bi kaç güne de sıkıntıdan patlarım.
Yaptığım tüm planlar afiyetle yalan olur ve yine kitabımı alır yaslanırım arkama.

(Kaybolan fotoğraf makinemi çok özlüyorum.Kaybolmadan önce hayatımda hacmi kadar yer kaplıyorken şimdi badem gözlü oldu.)

11 Temmuz 2010 Pazar

Böyle


Çok az radyo kanalına ulaşılan şehirlerarası yollar yüzünden TRT FM müptelası oldum. En ilginciyse bugun sabah 10 sularında ardarda 3 tane Ronnie James Dio şarkısı çalmaları oldu. Kıyamam ben onlara.

Yalnız öfleye pöfleye bir tatili bitirdim. He söylemeden etmiyim, tatilin en güzel yanı Can Yücel'in yaşadığı mahalleyi ve mezarını ziyaretimdi. Datça'ya yolunuz düşerse kesinlikle Eski Datça'ya gidin, Can Yücel'in evi dışında da çok güzel bir yer. Bi de çok hoş bi köy kahvesi var, Can Baba'nın yarım kalan şarabını ve ufak bir büstünü sergiliyorlar.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Tatilmiş ki bu ya

Tatilinin göbeğinde Schopenhauer'le ilgilenmeyı abartınca için doldurulması zor bir boşlukla doluyor...
ve güçlükle bi internet buluyosun. Ama o an ilham gelmıyor.
Şuan aklımda olan tek şey Epicures'in "Ölümün olduğu yer ben yokum, benim olduğum yerde ölüm." sözü.
Şuna da eminim ki Irvin Yalom adlı şahıs kesinlikle ölümden tırıs tırıs tırsmakta..
Demedi demeyin..