Not: İş bu yazı Mithat Alam Film Merkezi- Sinefil Kitapçığı için yazılmış olup, orada bulunmaktadır.
Elimizden bir tutan olmadan Vesikalı Yarim’in içine düşüyoruz. Bir
yol gösteren yok, bilmediğimiz eski İstanbul sokaklarında. Kocamustafapaşa’nın
taşlı sokaklarından başlayarak, ağır ağabeylerden göz kaçıra kaçıra dolanırken
şehr-i İstanbul’da kendimizi ne ara bu pavyonda bulduk bilen yok. Hele bu
yakışıklı adam ne ara bu güzel kadına aşık oldu, bilinemiyor. Kendimizi
kaptırırsak bu filme olan oluyor, yüreğimizde acı bir hatıra bırakıyor,
isteseniz de bir süre gülemiyorsunuz. Ömer Lütfi Akad sinemasının en önemli
filmlerinden olan bu film aynı zamanda Türk Sineması genelinde de büyük yere
sahip. Bunun sebebi filmin dönemin melodram anlayışından çok farklı bir yerde
durması ve hikayenin realist sayılabilecek bir bakış açısıyla seyirciye sunulmuş
olması diyebiliriz.
Halil, baba mesleği olan manavlıkla
geçiniyor, kurulu bir düzeni ve semtinin dışına pek taşmayan da bir hayatı var.
Lafı uzatmaya hacet yok, Saliha ise Şensaz adlı pavyonda konsomatrislik
yapıyor. Tahmin edilemeyecek bir aşk başlıyor bu iki güzel insan arasında.
İkisinin de suskunlukları içlerindeki fırtınalardan besleniyor. Rakı masalarına,
kendilerine kurabildikleri o bilmem kaç metrekarelik dünyalarına bile gerçekler
sızıyor, bilinmemesi daha keyifli olan gerçekler. İşte o an, siz de ister
istemez kırık kalmış anılarınıza dönüp bakıyorsunuz. Hadi hiçbir şey yok
diyelim ömrünüzde, mühim değil… Geleceğe dönük acı duymaya başlıyorsunuz,
sağlıksız bir biçimde. Fakat, her türlü
acıya değiyor bu muhteşem film.
Başka film olsa zul gelir insana art
arda övgüler düzmek ama film müziklerinden oyunculuğa, mekanlardan planlara
film çok sağlam bir temel üzerinde duruyor. Örneğin, sinemada fazla müzik
kullanımına karşı olanlar bile, bu filmdeki şarkılara pek bir şey diyemiyor. Zaten
çoğu sahnede pavyonun sesi olarak duyduğumuz bir çok şarkı bizi filmin diğer
kısımlarında da bir beklentiye sokuyor. Halil’in yüz ifadesinden
anlayamadıklarımızı müzik bize anlatıyor mesela ya da manav dükkanına uzaktan
bakmakla yetinen Saliha’nın hislerini. Ne kadar yakıştıklarına, hayatın bazen
ne kadar acımasız olduğuna da müzik sanki zorla inandırıyor bizi. Aynı müzik
filmin başında, içimize ümit tohumları ekilirken de sinsice yürüyordu sanki
arkadan. Filmin ilk şarkısı olan Kahverengi Gözlerin’i söylerken Şükran Ay,
meğersem belli bir sona hazırlanıyormuşuz biz.
Bir aşk filminde tek mühim şey son
değildir ön kabulüyle devam edersek, Vesikalı
Yarim filminde içinden çıkamadığımız bir sorunla boğuşuyoruz. Bir yerde
sormaya çekindiğimiz sorular, diğer tarafta “Ya evet derse?” bile
diyemediklerimiz. Elbet hepimiz hayatımızın bir bölümünde biri-leri-nden “aşıkane”
hoşlanırız, bu evrensel duruma hikayenin yaklaşım tarzıdır önemli olan.
Yüzlerce aşk filmi çekildi, çekilecek ama bazı filmler hisleri sömürmekten ziyade
hislerin dürüst bir gösterimi olabilmek görevini üstlenir sadece.
Filmin tek tek sağlam taraflarını
sayarken fark edilen bir şey var ki; parçalardaki güzellikten bahsederken bir
şey daima eksik kalmakta. Yani, bir noktaya odaklandığında diğer bir nokta
dikkatini çekmekte ve film her iyi filmin layıkıyla yaptığı gibi bizi içinde
kaybetmekte. Bunun Ömer Lütfi Akad’ın başarısı ve sinemacılık tarzı olduğunu
söyleyebiliriz. Türk Sinemasına yönetmen filmi anlayışını getiren önemli
insanlardan olan bu muhterem zat, Vesikalı
Yarim filmiyle de aslında hünerlerini gösteriyor bizlere. Görüp görmemekse,
her konudaki gibi,bizim elimizde.