2 Mart 2012 Cuma

Vesikalı Yarim


 Not: İş bu yazı Mithat Alam Film Merkezi- Sinefil Kitapçığı için yazılmış olup, orada bulunmaktadır.   
    
                       Elimizden bir tutan olmadan Vesikalı Yarim’in içine düşüyoruz. Bir yol gösteren yok, bilmediğimiz eski İstanbul sokaklarında. Kocamustafapaşa’nın taşlı sokaklarından başlayarak, ağır ağabeylerden göz kaçıra kaçıra dolanırken şehr-i İstanbul’da kendimizi ne ara bu pavyonda bulduk bilen yok. Hele bu yakışıklı adam ne ara bu güzel kadına aşık oldu, bilinemiyor. Kendimizi kaptırırsak bu filme olan oluyor, yüreğimizde acı bir hatıra bırakıyor, isteseniz de bir süre gülemiyorsunuz. Ömer Lütfi Akad sinemasının en önemli filmlerinden olan bu film aynı zamanda Türk Sineması genelinde de büyük yere sahip. Bunun sebebi filmin dönemin melodram anlayışından çok farklı bir yerde durması ve hikayenin realist sayılabilecek bir bakış açısıyla seyirciye sunulmuş olması diyebiliriz.
            Halil, baba mesleği olan manavlıkla geçiniyor, kurulu bir düzeni ve semtinin dışına pek taşmayan da bir hayatı var. Lafı uzatmaya hacet yok, Saliha ise Şensaz adlı pavyonda konsomatrislik yapıyor. Tahmin edilemeyecek bir aşk başlıyor bu iki güzel insan arasında. İkisinin de suskunlukları içlerindeki fırtınalardan besleniyor. Rakı masalarına, kendilerine kurabildikleri o bilmem kaç metrekarelik dünyalarına bile gerçekler sızıyor, bilinmemesi daha keyifli olan gerçekler. İşte o an, siz de ister istemez kırık kalmış anılarınıza dönüp bakıyorsunuz. Hadi hiçbir şey yok diyelim ömrünüzde, mühim değil… Geleceğe dönük acı duymaya başlıyorsunuz, sağlıksız bir biçimde.  Fakat, her türlü acıya değiyor bu muhteşem film.
            Başka film olsa zul gelir insana art arda övgüler düzmek ama film müziklerinden oyunculuğa, mekanlardan planlara film çok sağlam bir temel üzerinde duruyor. Örneğin, sinemada fazla müzik kullanımına karşı olanlar bile, bu filmdeki şarkılara pek bir şey diyemiyor. Zaten çoğu sahnede pavyonun sesi olarak duyduğumuz bir çok şarkı bizi filmin diğer kısımlarında da bir beklentiye sokuyor. Halil’in yüz ifadesinden anlayamadıklarımızı müzik bize anlatıyor mesela ya da manav dükkanına uzaktan bakmakla yetinen Saliha’nın hislerini. Ne kadar yakıştıklarına, hayatın bazen ne kadar acımasız olduğuna da müzik sanki zorla inandırıyor bizi. Aynı müzik filmin başında, içimize ümit tohumları ekilirken de sinsice yürüyordu sanki arkadan. Filmin ilk şarkısı olan Kahverengi Gözlerin’i söylerken Şükran Ay, meğersem belli bir sona hazırlanıyormuşuz biz.
            Bir aşk filminde tek mühim şey son değildir ön kabulüyle devam edersek, Vesikalı Yarim filminde içinden çıkamadığımız bir sorunla boğuşuyoruz. Bir yerde sormaya çekindiğimiz sorular, diğer tarafta “Ya evet derse?” bile diyemediklerimiz. Elbet hepimiz hayatımızın bir bölümünde biri-leri-nden “aşıkane” hoşlanırız, bu evrensel duruma hikayenin yaklaşım tarzıdır önemli olan. Yüzlerce aşk filmi çekildi, çekilecek ama bazı filmler hisleri sömürmekten ziyade hislerin dürüst bir gösterimi olabilmek görevini üstlenir sadece.
            Filmin tek tek sağlam taraflarını sayarken fark edilen bir şey var ki; parçalardaki güzellikten bahsederken bir şey daima eksik kalmakta. Yani, bir noktaya odaklandığında diğer bir nokta dikkatini çekmekte ve film her iyi filmin layıkıyla yaptığı gibi bizi içinde kaybetmekte. Bunun Ömer Lütfi Akad’ın başarısı ve sinemacılık tarzı olduğunu söyleyebiliriz. Türk Sinemasına yönetmen filmi anlayışını getiren önemli insanlardan olan bu muhterem zat, Vesikalı Yarim filmiyle de aslında hünerlerini gösteriyor bizlere. Görüp görmemekse, her konudaki gibi,bizim elimizde.