29 Ocak 2011 Cumartesi

Evet, herkese ve herşeye karşı nötr'üm

Bir şey deniyorum.
Tamamen kendi içimde, sizin farketmeniz çok zor.
Bakalım başaracak mıyım ? ya aslında başarılacak bir şey de değil.
Bakalım sonunda neler olacak?
Başarmak falan rölatif kavramlar bunlar. Ya kendi oyunlarımın içinde mutlu olacağım, ya da başaramayıp sızlanacağım.
Mutlu olmak da olmadı burda.
Mutlu olmak da rölatif.

Zaten önemi yok mutlu olmanın, mutsuz olmanın. bunu anlatamıyorum insanlara. Sonunu bildiğim bir film var ortada, onun mutlu veya mutsuz, iyi veya kötü bir film olması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Bu film biliyorum ki bitecek. Ve sonu hep aynı. Gözün kapanıyor bir şekilde, muhtemelen çürüyorsun, garip bir kafa...

28 Ocak 2011 Cuma

Ben böyle güzelim falan filan



Evet, bu gece Bronx Pi'de Redd vardı.
Konserin özellikle duvara yaslanarak dinlediğim 2.kısmı hakkında söyleyeceğim çok hoş sözler var.
Bu adamlar gerçekten samimi. Veyahut ben neysem, yani ben bi insanda konuşulcak ne arıyorsam bunlarda var. Bi de ek olarak güzel şarkılar yapıyorlar, çalıyorlar...
Bu akşam Redd dinliycem dediğimde, "ne yani konserine gidiceğin bi grup mu o senin?" gibi garip tepkiler aldım. La dinlemiyosunuz bari, yorum yapmayın.
Ama açın dinleyin, mümkünse konserlerine gidin.
ben gibi antiromantik bi insana prensesli duygulu muygulu şarkı söylettirebiliyorlar, helal olsun onlara.
Bi de medyayla aralarının bozukluğundan, 24 yaşında kazzık kadar insanın nasıl eğleneceğine insanların burnunu sokmasından, tabiki de dünyanın içinde bulunduğu durumdan falan bahsetti Doğan(solist). Sosyal mesajlarını kısa tutup müziğe ağırlık verdiler...
Çok da iyi ettiler. Hadi kendinize iyi davranın. Son sözlerim, Redd'den gelsin.

neye inanırsan inan hepsi bilmece
çözmeyi unuturlar sıra sana gelince
biri yapmış bir resim ona benzeyeceksin
çizgilerden taşarsan pek sevilmezsin
kahveyi bile saat yönünde karıştırırken
kravatını düzeltirsin emrini yudumlarken

ve yaşarsın, yaşadığını sanırsın
tamam böyle kalsın...

27 Ocak 2011 Perşembe

Madem sizlerle arama bir soğukluk girdi, onu böyle aşabiliriz. İşte hoşlandığım bazı şeyler;


planet gibi bir yer vallahi
dumanlar çıkıyor asfaltlardan
önümde yürüyen deli bir adam
çöplükteki spagettiyi yedi

-Eskiden yazları İstanbul'dan bir kaç kaset alıp babanemlerin yanına giderdik abimle. O üç ay boyunca, dedemin radyoyu kapatmayı kabul etmesi halinde bunları dinlerdik. İşte onlardan biri de, Mazhar Alanson'un albümüydü. Hatta Cem Yılmaz'la söyledikleri Psi psi kopatım şarkısı falan vardı bilirsiniz. Hah o albüm. Bu şarkıyı ve özellikle bu kısmını çok severim, niyeyse.
------------------------------------------------------------------------------
Böyle buyurdu Kargı
Thus spake King Solomon
Yerindeydi bu yargı
Evet haklı Platon
Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız
Demekle özetliyor, bu dünyada yalnızız

-Bu da Tutunamayanlar'dan aklıma çakılmış asla unutamayacağım bir şiir.
--------------------------------------------------------------------------------
Çiçeklerden papatyayı, İnsanlardan Selim'i severim.

-Buysa Tehlikeli Oyunlar'dan. İleride Selim adlı birini tanırsam ona söylerim. Ama papatyayı da sevmediğim göz önünde bulundurulursa, şimdiden sana sesleniyorum Selimcim, pek umursama bu cümleyi.
---------------------------------------------------------------------------------

İyi nişan alırdı kendini asan zenci
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci
Sizden iyi olmasın boşanmada birinci
-Çook canım sıkılıyor , kuş vuralım istersen

Ülkü Tamer'in bombastik bir şiiri.
-----------------------------------------------------------------------------------

I can't get any younger
Time has brutal hunger

Ah, hatırlayanınız var mı bilmem bu iki cümle blog sayfamın tepesinde yazardı eskiden Jim Morrison'un göğsüne doğru biyerlerde. Megadeth adlı güzide grubumuzun Time:The Beginning şarkısındandır kendisi. Pek severim.
------------------------------------------------------------------------------------

my ding a ling, my ding a ling
i want to play with my ding a ling

Tüm cinsdaşlarıma gelsin bu. Ne yazık ki mümkün değil. But this is a free country, live like you wanna live baby. diyorum. Chuck Berry'ye de selamlar.


Not: Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Fotoğrafı da, jim bile öldü bak,fazla kasma, yaşa demek için koydum. Bi de çok kurcalama. Herşeyden mana çıkarma. Ama görünen bi şeye de gözünü kapama. Basit yaşayacaksın basit.

23 Ocak 2011 Pazar

Belki de artık emeklisin

Bir şeyi inanarak söyleyeceğim günü heyecanla bekliyorum,
He ya! Can'la bekliyorum

16 Ocak 2011 Pazar

3x=12 => x=4

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Naah!. Neymiş eşit doğarlarmış. Nereye eşit doğuyoruz ya, aklınız alıyor mu sizin? Bir de vicdana sahipmişiz, kardeşlik falan neyse bunları geçtim ben... Eşitlik kısmına takıldım.
Kafanızı kumdan çıkarın da bi bakın! Örnek bile vermek istemiyorum. (Afrika'daki aç çocuklara, Filistin'de bomba altında doğan çocuklara falan hiç giresim yok)
Bana cevap olarak, ordaki eşitlik haklar bakımından eşitlik anlamına geliyor, diyeceksiniz. Biliyorum... Yani eşitlik var.. Öylesine bi eşitlik.
"Yaa bırak bırak hakları eşit olsa nolur ya, kullanamadıktan sonra. İstediği kadar debelensin"
Bana kimse eşitliği yüceltmesin. Eşit şartlarla doğulmayan dünyada haklarca da eşitlik olmaz.. Olsa da iki yüzlülükten başka bir şey değildir, hele hele abartıldığı kadar kutsal bir şey hiç değildir.
E peki napıcaz?
Şart bakımından kötü durumda olana daha fazla haklar verebiliriz. E , bu da pozitif ayrımcılık. Yani kılıfından çıkarırsan tamamiyle ayrımcılıktır. İyi şartlarda doğana, o durumda olduğu için "tuzukuru" damgası vurup, haksızlık yapmış oluruz.

Ee, so what?
Kısa kesiyorum.. Eşitlik diye bir şey yalan. Külliyen yalan.
Tartışmak isteyen varsa bu konuyu benle, yemin ediyorum saatlerce konuşabilirim.

13 Ocak 2011 Perşembe

uçak

Ben, dünyanın "ilk" insansız uçağıyım
Marifetim çoktur
Kendim iner, kendim uçarım
Arada canım sıkılır!
yolcu uçaklarını seyre dalarım
Heer camda bir kafa,
İnanasım gelmiyor hepsinin canlı olduğuna
Dedim ya,
dünyanın ilk insansız uçağıyım,
İlk insandan bile daha yalnızım.

heaven is a place on earth

Ben kimseye bir vaatte bulunmadım
Çok eğlenceliyim, bombayım diye
Ya da dürüstüm, melek gibiyimdir falan.
o yüzden beni fazla büyütmeyin gözünüzde
Kırılmayın , kırmayın
Pasoya, kimliğe kırılmaz kaplar.

Üşenmezseniz dinlersiniz, paylaşmak istedim.
Belinda Carlisle- Heaven is a place on Earth
www.youtube.com/watch?v=vFPajU-d-Ek

12 Ocak 2011 Çarşamba

R ü y a

Bir kadın var soruyo bana ,ne yaptın, ne yazdın? diye
Anlatmaya başlıyorum ama elim ayağıma dolaşıyor bir türlü istediğim şekilde anlatamıyorum. Kem küm etmekten can alıcı noktalarını veya anlatmak istediklerimi anlatamıyorum...
Sonra kadın , aniden susturuyor beni

-Önce öğren, önce konuşmayı ve anlatmayı öğren. Konuşamayan insan yazmamalı. Hem çok kötü bir hikaye. Ben ölüm istiyorum. Hikayende ölüm yok, ben ölüm istiyorum

bu ,ölüm istiyorum, cümlesini defalarca tekrar ediyor..
Bağırıyorum, ölüm var bekle gitme, anlatıcam... Ölüm var, beni dinlemedin.. Devamında ölüm var..
diyorum.

Dinlemiyor, gidiyor.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Black Swan


Aranofsky'nin artık yönetmenden daha da fazlasının olduğunun kanıtı. Sadece Aranofsky'ye de bağlamamak lazım filmin başarısını.Senaryo, oyunculuk, makyaj, kostüm... bir çok şey yerli yerinde. Şimdi mantıklı mantıklı yorum yapmaya kasmadan sadece filmden etkilendiğim noktalardan bahsedeceğim;

-Nina'nın hayatındaki en önemli eksiklik, içindeki kara kuğu'nun farkında olmamasıdır, bir nevi kendi bir yarısından habersiz olmasıdır. Zaten Nina steril bir hayat yaşayan birisidir, hayatı bale ve annesiyle olan ilişkisinden ibarettir. Dansına da yansıyan bu durum, onu içindeki siyah kuğuyu keşfetmeye zorlar. Keşfetme sürecinde bir şeyler yanlış gider, kendi içinde keşfetmesi gereken bir şeyi, kendine dışarıdan bakarak keşfeder. Keşfetmiştir kara kuğuyu ama artık kendine yabancılaşmıştır.

-Filmdeki her şeyi çoğunlukla Nina'ymışçasına izleriz. Birinci gözden bahsetmiyorum, hatta hiç kullanılmadı diye hatırlıyorum, Nina kendisini nasıl görüyorsa öyle izleriz yani. Pek anlamasam da bu hissi oluşturan yegane şeyin de kamera kullanımı olduğunu düşünüyorum.

-Aslında Nina'nın içindeki Black Swan'le kastedilen şey, kötülük, kıskançlık ve şehvettir. Hatta Thomas (hocası mı neyse artık) ilk olarak cinsel anlamda kendini farketmesini ister Nina'nın. Çünkü Nina sanki üstüne ölü toprağı serpilmişçesine donuk ve ihtirassız görünmektedir. Black Swan olmaya da böyle başlar zaten Nina, kendini farkederken kendine yabancılaşmaya yani. Önce şehveti keşfeder, sonra kıskançlık ve en sonunda da kötülük. Hepsini de kendi kendine keşfeder, aslında kıskandığı da, kötülük yaptığı da ,şehvet duyduğu da kendisidir. Bu bağlamda filmdeki erotik sahnelerin yerli yerinde olduğunu düşünüyorum, umarım kesintiye uğramadan yayınlanır.


-Filmin fragmanında da gördüğümüz Black Swan metomorfozu filmin görsel anlamda şaha kalktığı nokta. Anlatıp büyüsünü bozmak istemiyorum, çok büyüleyici. Ve çoğu ana akım filmde olduğu gibi filme sadece pragmatik olarak eklenmiş ve yapay duran bir kısım değil. Napmışın be Darren abi. Ciddiyetimi koruyamıycam kusura bakmayın.

-Ve ve ve ve oyunculuk, Natalie Portman ablamızı Leon'da sevdik ve açıkçası güzelliği dışında pek de hayran olduğum birisi değildi... Ama bu filmde kah masum kız olsun, kah nefret dolu kara kuğu olsun.. hakkını vererek oynamış. Filmin tümünde ve bale kısımlarında vücudunu çok iyi kullanmasının yanı sıra bakışlarıyla yakıp yıkmıştır adeta.

-Natalie'yi övüp Mila Kunis (lily)den bahsetmemek olmaz. Yardımcı kadın oyuncu Oscar'ı bekliyoruz kendisine. Oscar demişken, bu film Oscar'da Inception'u tokatlamazsa eğer jüri üyelerinin evlerini basıp hayatı onlara zindan etmeyi düşünüyorum. Tamam Inception seyirciye aksiyon da sunuyor ve belirli bir felsefeden bir parmak ağzınıza çalıyor olabilir ama bu filmdeki size ne olduğunu hissettirmeden her şeyi anlatma başarısı ve düşündükçe farkedilen ince ince örülmüş senaryo ve görsel şölen evet evet bu uzun cümle bitmeyecek gibi duruyor. Kısacası bence Black Swan diyorum ve filmle ilgili aklıma başka bir şey gelene kadar susuyorum...

6 Ocak 2011 Perşembe

As you know

Birine iyilik yapmışsam, bil ki; asla karşılık beklemiyorumdur.

Ben peşin alırım çünkü
.

quest.net

Böyle bir olay var. Gidiyorsun, 1500lira civarı bir paraya neüdüğü belirsiz- ama koleksiyonerlerce değerli kabul edildiği iddia edilen- bir eşya alıyorsun ya da tatil ve olaya giriş yapmış oluyorsun. Buradan sonra da, quest.net e sokabildiğin kadar insanı sokup onların da 1500er lira verip sisteme giriş yapmalarını sağlayarak para kazanıyorsun.(ya da verdiğin parayı çıkarmaya çalışıyorsun) Onlar da aynı şekilde insan getiriyorlar...
İşte düdüklemeye dayanan bi sistem yani.

Benim bildiğim kadarıyla İstanbul'da Mecidiyeköy'de ofisi var bunların. Böyle merdivenaltı, abi evi tarzı bir sürü amaçsızın toplandığı bir yer. Seni buraya götürüyorlar beynini yıkayıp, sisteme girmen için. Bir tane "üst düzey" eleman geliyor. Mahmutpaşa'dan alınma pantolonuyla, çakma Ray-ban'ıyla sana haftada 10 milyar kazandığını söylüyor... Sonra sistemi anlatmaya başlıyor. Bir dosya çıkarıyor, bildiğin kırtasiyeden alınma sayfalı dosyalardan, içinde saçma sapan şemalar, fotoğraflar falan var. Şirketin asla reklam yapmadığını, bunun yerine insanların zincir halinde haberdar olmasını sağlayan bir sistemle çalıştıklarını söylüyorlar. Ama beş dakika geçmeden Formula 1'in sponsorluğunu yaptıklarını gösteren photoshop'lanmış bi fotoğraf çıkarıyorlar önüne.

Çok sıkıldım yazmaktan. Bildiğin enayi avlama işi yani. Buna giren insanlar kendi paçalarını kurtarmak için çevrelerindeki tüm salakları işe davet ediyor. Çünkü bu işi kabul etmek için salak olmak lazım. Neyse ki henüz o seviyede değilmişim.

Ama zaten bana çok ısrar etmediler. O pabucumun zengini bana en büyük hayalimi sordu, mutlu oliyim yeter, deyince hevesini kaybetti.

Not: bu olayı hatırladım çünkü bu dolandırıcıların sitesi resmileşmiş. Adamlara bir kaç ay önce polis baskını yapılıyor, dünyadaki üst düzey yöneticileri aranıyor... ama resmi siteleri var. Ne güzel.

5 Ocak 2011 Çarşamba

.

Depresyon hırkası gördüm düşümde
Yıkanmaya ihtiyacı var belli, hatta belki de inzivaya çekilmeye
Sordum; nasıl bir giysi olmak isterdin diye..
Ah, dedi. Milli görüş gömleği olabilseydim.

2 Ocak 2011 Pazar

Biri bana bitki çayı yapsın


Konuşmak isteyip konuşamamak çok kötü. Geçenlerde tercih olarak konuşmamaktan bahsetmiştim ama bu durum farklı. Sesim kısıldı, hem de hiç bir ses çıkmıyor. Birileri bir şeyler söylüyo, tutamıyorum kendimi konuşmak istiyorum ama sesim çıkmıyo, duymuyorlar. Tam rüyalardaki gibi.
Yarın da sesimin çıkması gereken bir gündü. Umalım ki yarına sesim çıkar.

1 Ocak 2011 Cumartesi

haya tokulu

2 Ocak 2010

seneye yılbaşı evde tombala oynuyorum...
belki kola cips falan
1 de de yatıcam.
sabahta gazete alır piyangoya bakarım..
bi gün mis gibi tatilden sonra
hayatıma devam ederim.

Gönderen duyguözbağcı zaman: 01:52
-----------------------------------------

1 Ocak 2011

seneye de evdeyim ama hangi evde?
;)