31 Aralık 2010 Cuma

pislik ve google görseller'de "disgusting" araması üzerine


İnsandan önce pislik vardı
Sonra insan,
evinden attı pisliği
pislik tekrar geldi
tekrar attı.
tekrar, tekrar
çöp arabaları, konteynrlar, tozbezleri, süpürgeler...
hepsi yardım etti, pislikleri atmamıza
biz kapıdan atar atmaz, yenileri geldi.
Gelicek.
bizden önce pislik vardı.

30 Aralık 2010 Perşembe

Kusura bakma, seni günlük gibi kullanıyorum. Ama okuyunca biraz hak vericeksin.

Evet, günlerdir bugünü bekliyordum.
On gün kadar önce Facebook hesabımı kapattım. Bugün ise twitter hesabımı… Nedenine gelince, dürtüklenmekten sıkıldım. Evet evet, ha bire bir arkadaşlık teklifi, yok eventler, yok profil resmi yüklemeler, eğlendiğini ispatlamalı albümler, kültürlüyüm ben’li okuduğun kitap/sevdiğin müzik tarzı bölümler ve bir curcuna… Sana zaman ayıramayan insanların kendilerini tatmin edişleri falan, hiç çekilir gibi değil. (özel gün kutlamaları falan)

Bir de özel hayat diye bir şey bırakmayan bir yer. Bir salaklık yapıp paylaşıyoruz şimdi ama bence ileride pişman olucaz yani. Tamam privacy settings diye bişey var ama ben babamdan böyle gördüm, evde bile hep dinliyolar bizi…:)

Size hesaplarınızı kapatın demiyorum. Siz takılın ama arada güzel videolar falan görürseniz linkini falan paylaşın benimle olur mu?

Twitter’a gelince. Twitter benim için Cüneyt Özdemir’le kavga etmek ve birkaç arkadaşımla muhabbet dışında pek bir şey ifade etmiyordu he tabi bir de allahcc, dbdevletbahceli falan. Facebook’u kapadıktan sonra içimdeki social network kırıntılarını da buraya döktüm. Şunu söyleyebilirim ki; twitter daha da saçma bir yer.

Tüm bunların üstüne, bugün deneysel bir çalışma yapıp tüm günümü yalnız geçirdim. Kendimi bu kadar sevdiğimi hatırlamıyorum. Çok eğleniyoruz he.

İşte böyle be blog, kaldık başbaşa. Birden bire inzivaya çekildim ya şimdi… Hep kumanda panelini açıp yorum var mı diye bakıyorum. Eskiden günde bir kere yaptığım şeyken… İşte alışçaz zamanla. Dürtükleyin ama arada siz de.

Not: Bir daha günlük kıvamında yazı girmemek için yılbaşınızı da şimdiden kutluyorum. Sayın pagandan dönme, hristiyandan görme yılbaşı kutlayıcıları. Ben de kutluycam tabi, ehehe.

is this just fantasy?

Dünya yıkılsa umrumda olmayacak gibi
Yeni aldığım bir şeyim çalınsa, gülüp geçerim gibi
Yazdıktan sonra, kaydete basmamışken bilgisayarım kapansa, tınmam gibi
Kurt gibi açken tabağıma koyduğum yemeği yere düşürsem, böyle işte yanı kısacası bohemian rhapsody

"open your eyes, look up to the skies and see,
i'm just a poor girl, i need no sympathy,
because i'm easy come, easy go, little high, little low,
any way the wind blows doesn't really matter to me, to me "

Bana bir adet eski tahta masa lazımmış

Sıra sana mı geliyor blog? Kork bundan.
Sana olan aşkımı tekrar alevlendirmek için arkaplanını değiştiriyorum.
Sevgi neydi, sevgi emekti.
Elimden gelen budur canım blog'um.

28 Aralık 2010 Salı

Sansüre karşıyız di mi!

Şimdi de fizy'yi kapatmışlar. Gerçi ben Dns ayarı ustası olduğumdan girebiliyorum ama ortada bir özgürlük ihlali var.
Yine gerildim

Erkekleri neden seviyorum?

Çünkü sesleri güzel.

27 Aralık 2010 Pazartesi

eşeğin halinden eşekten düşen anlamaz.


sağ elimde bir telefon
sol elimde bir telefon, kendi kendimi aramaya karar verdim
garip bir sessizlik.
nefes alıp veriyorum, biri de benimle birlikte nefes alıp veriyor.

23 Aralık 2010 Perşembe

Bazıları da insan bağımlısı, he

Yalnız olmakla , yalnız görünmek arasında ince bir çizgi var. Ben mesela asla yalnız değilim. Hadi deseniz ki; geçen şurdaydın, yalnız başına. Boşuna yorulmayın kimse yoksa, Ruhi var Ruhsar var... İşte bunun gibi elle görülüp , gözle tutulmayan şeyler.

Başlık aslında burada olmalıydı.


---
Ve son olarak yüzeyselliğimi dışavurabilecek bir şeyler söyliycem. Bergman varya , şu dahi İsveç yönetmen... Persona'sında bir hanımabla var işte aktris falan, her neyse nolduysa konuşmayı bırakıyo. Ben de lisede yapmıştım bunu, bir gün boyunca kimseyle konuşmamıştım, öğretmenler falan da dahil. Hiç de karizmatik falan olmamıştım. O yüzden, bu filmi herkes izlemeli. Nerede konuşabilen ama konuşmayan bir insan görülürse, ona biraz ilgi göstermeli.

21 Aralık 2010 Salı

Bugün öğrendim ki

Fizy var ya , orda sağda cocacola müzik listesi var falan. Ben onu coca-cola bizim için seçmiş falan sabit bişey diye hiç dokunmuyodum, tek tek dinliyodum ne dinliyceksem.
Çok acı verici, hiç şarkıların sağındaki artılardan da şüphelenmemişim.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Ben eleştirinin; zeki, çevik ve ahlaklısını severim

Biri benim 20 yaşına gelmiş çocuğuma gelip şımarık, salak falan derse,
Onca yılımı bi insana harcamışlığın verdiği hınçla, hayatı ona zindan ederim.

Bu mantıktan yola çıkarsak,
10 yılımı harcadığım bi şeye sallarsanız bu nefretin yarısını.
1 yılımı harcadığım bi şeye sallarsanız, bunun 20de birini,
3 ayımı harcadığım bi şeye sallarsanız, bunun 80de birini,
1 günümü harcadığım bi şeye sallarsanız, bunun 7200de birini
görürsünüz.

O yüzden, akıllı olun.

16 Aralık 2010 Perşembe

Tamam, sadece alkol hepsi bu.

Ben sanırım mutlu olamıycam. Cok abes bi sebebi yok, öyle hissediyorum sadece. Ya geç kalıcam, ya da erken gidicem bazı şeylere

14 Aralık 2010 Salı

ben olsaydım


-En büyük isteğiniz nedir?
+Ölümsüz olmak ve sonra ölmek.

A bout de souffle filminde Patricia ablamızın , bir yazarla olan röportajından bir kesit bu . (uğurlu sayım da yedi bu arada)

Şimdiyse bi şey anlatıcam aradaki farkı görün diye;
Geçen gün bir arkadaşımın yanına gittim, yanında benim tanımadığım arkadaşları vardı falan, tanıştık vs. Bir tanesi, daha tanışalı 5 dakka olmuşken, "hayattaki en büyük isteğin ne?" diye sordu bana. O an mal gibi kaldım hiç bir şey bulamadım, aslında aklıma bir çok şey geldi ama hiç birini söylemeye değer bulmadım. Ağzımda geveledim, ben böyle iyiyim eheh falan diye. Zaten benim cevabımı beklemeden herkes kendi cevabını söylemeye başladı, herkeste ne hayaller varmış ya... Bi tanesi kokpitte sevişmek demişti mesela. Tebrik ediyorum onu.

Ben ne istiyorum, gerçekten çok salakça şeyler... bugün bi şey isterim yarın başka bi şey, bana güven olmaz.

12 Aralık 2010 Pazar

dont you need sb to love?


Bir çok insan bulunduğu ortamlarda kafa dengi insan bulamamaktan, çok az arkadaşı olmasından yakınıyomuş, bunu gördüm. Halbu ki kafa dengin insan bulamazsın zaten, sen onun dengi olmaya çalışırsın , o senin... Böyle buluşursunuz bi yerde. Bazen mesafe çok olunca kapanmaz tabi, o zaman da eyvallah demenin vakti geldi demektir dostlar.

Hayat çok ciddi bir şey değil, eğlenin diycem... Küfretcek bazıları. İyi si mi ben önce eğlendiriyim sizi birazdan üzük bi ruhhaliyle birşeyler paylaşırım sizinle. Ya da sadece seninle paylaşırım, sayın sanal alanım. Farkettiniz diy mi, mutluyum.

O zaman jim carrey'den gelsin,

when the truth is found to be lies
and all the joy within you dies

http://fizy.com/#s/1lsa6e

8 Aralık 2010 Çarşamba

büyük laf ama sakın çalmayın

"Yalan zevk vermiyo artık, çünkü herkes atıyo."

bunu söyleyen babamsa, bırakın da hayatın bir alanında şanslı hissedeyim kendimi.

7 Aralık 2010 Salı

buraları böyle şenlikliydi böyle yanarlı dönerli bir zamanlar.
hiç motive etmiyosunuz beni sayın izleyiciler.

6 Aralık 2010 Pazartesi

morpheus sensin kolay gelsin

çok sıkıldım ben ,
matrixde yaşamak istiyorum. Böyle ensemden prize bağlayıp sisteme soksunlar beni. Derileri çekiyim böyle üstüme. Gez toz yapıyım orda burda. Ajan Smith gelsin elini soksun karnıma, Smith oliyim ben de. Neonun arkasından usulca yaklaşıp elimi soktum mu, gerisi yalan arkadaş. Smiiiiith oynarız tüm matrixçek

5 Aralık 2010 Pazar

doldum ve sana sardım blog

Uzun zamandır blogu savsakladığımı biliyorum. bugün yazmak için sebeplerim var, artık insanların iğrenç taraflarından bahsedicem. Bunlardan biri de şu, özellikle ülkemizde eşcinselliğe ve eşcinsel insanlara karşı anlayış kıtlığının olması. Onları anlamak gerçekten zor olabilir (bak işte ben de piç gibi onlar-bizler kıvamına getirdim yazıyı , sikiyim) ama kimse kimseye bok muamelesi yapamaz arkadaşım.

Lafta en kıçıkırık insan bile özgürlükçü oluyor ama konu eşcinselliğe geldiğinde herkes kabuğuna çekiliyor, dışından hakaret etmeyen bile içinden saydırıyor. Futbol gündemiyle pek bi aram yoktur, ama geçen aylarda eşcinsel olduğu için görevini yapamayan bir hakemin haberi konuşuluyordu heryerde. Şimdi de eşcinsel olduğu için görevinden ihraç edilen bir din kültürü öğretmeni haberini gördüm Radikal'de.

İnsanların özel hayatlarını didiklemeye, onları yaftalamaya o kadar meraklıyız ki!
Yetişkin her insan kimle ilişkiye girip girmeyeceğine kendi karar verir. (tabi bu bir çocuk veya hayvan değilse veya zorlama durumu yoksa) Ama nedense devlet eliyle bu insanlar toplumdan itiliyor. Ve bazı mallar da geçip konuşuyor; "Bunlar kötü örnek oluyorlar, emsal teşkil ediyorlar."

Kim ne derse desin, şöyle bir gerçek var;
Bu ülkede hala özgürlük denen bir şey yok.
Protesto hakkı yok.
Cinsel kimliğini özgürce yaşama hakkın yok.

Ama neler var;

İşlerinden cinsel seçimleri nedeniyle kovulan insanlar var.
Eşcinsellere eksik insan muamelesi yapanlar var.
Bir genç kızın saat 9da dışarıda olmaması gerektiğini düşünen insanlar var.

Hiiiiç boşa çenenizi yormayın, hiç de mutlu mesut bir yer değil burası. Hatta çirkin hrkesin herşeye burnunu soktuğu bir yer. Türkiyeyi seviyorum. Türkiye iyi ama çevresi kötü

30 Kasım 2010 Salı

Ne kadar bilsek de farklı hayatların olduğunu, "hayat" sadece kendi hayatımızı ifade eder bizim için.

27 Kasım 2010 Cumartesi

John Lennon, Ay'a gitti ve eve dönerken takside para buldu.



Yukarda gördüğünüz bu arkadaşlar, Mithat Alam Film Merkezi - Kısafilm ve belgesel grubunca yapılan "İlk Hikayem, İlk Filmim" başlıklı çalışmada çektiğim filmle aldığım ayıcıklar.
Dünya için küçük ama benim için büyük bi adımdı. Herkeslere kucak dolusu sevgiler.

Tek bu da değil, meğersem Uykusuz Geceler ne güzel şeymiş de haberim yokmuş. Bidahakine uykumu alıp gidicem ama...(bkz: başlıkdaki cümle, izlediğim üç filmden hatırladıklarım)Kısacası benim için Uykulu Geceler oldu dün. Ya bi de , tüm pizzalar soğanlı olmayaydı iyiydi. Ama o saatte, o ortamda her türlü gideri var diyorum ve susuyorum.

23 Kasım 2010 Salı

sonsuzluk ve birgün



Sen hiç sokaktan geçerken kafana pandoranın kutusunun düşme olasılığını düşündün mü?
Peki parabol onlarda dediğin olmadı mı hiç?
Uyuşturucu ve türevleri çok zararlı diy mi?
Pi adlı filmi izledn mı yada pi kafeye gitmedin mi?
hahah sen dikey limiti de limitlerin dahilinde duymuş olmalısın..
televizyonda bir çok diziler de izliyosunduuur
a-a son aldığın buzdolabı 3 bölmeli mi?
bu kıyafet olmamış ama farklı kombinasyonlar denemelisin.

anlat onlara matematik , ben her yerdeyim de, bakkaldan alışveriş yaparken ensendeyim de..

12 Kasım 2010 Cuma

"ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsin , ya nice okumaktır" diyor ve susuyordu

Şu ana kadar blogda yazılmış en uzun yazıyı yazıcam. Ben derim ki hiç başlama. yarıda bırakcağına şimdi bırak kurtul.
-Bir şeyler öğrenmek zorunda falanız ya biz şimdi. tamam öğrenmek, bilinç falan önemli şeyler ama nereye kadar. bir arkadaşım söylediğinde garipsemiştim, ondan aynen aktarıyorum;" ya oku oku nereye kadar eskiden lise okuyunca ayrıcalıklı oluyomuşsun, sonra üniversite, şimdiyse herkes üni. okuyo yüksek lisans yapman lazım ki kalifiye olasın."

söyleyen kişinin eğitime bakış açısı farkettiyseniz sadece iş bulma ve hayatını bir nebze de olsa daha iyi geçirmeye yönelik bi manada.
bu lafa içten içe çok tepki vermiştim o zaman.eğitim sonuçta kendini geliştirmek falan bunun basmakalıp teorileri olamaz ya demiştim. ama sonradan düşündükçe ve gözlemledikçe şunu farkettim; çoğu insan istediği için veya kendine bir şeyler katmak istediği için, dünyaya veya insanlara dair bir şeylere olan meraklarından dolayı değil mecburiyet noktasına varmış bir koşullanmayla okuyorlar. Varıp sorsan, neden okuyosun direk iş hayatına girsene belki sana daha uygundur desen, gözlerini devirip " üniverste mezunu olucam, şöyle bi kariyer planlıyorum bıdık bıdık" gibi şeyler söyleyeceklerdir. e bu mantıkla düşününce de gerçekten işler çok zorlaştı, üniversite mezunu olmak pek bir şey ifade etmeyebiliyor.

Belki kendine uyumlu bir iş alanına genç yaşta girse çok şey yapabilecek, belki eğitimle (!) başaramadığı kariyere ve paraya ulaşacak. Ama eğitimi ne kadar yanlış anlıyorsak, yeteneklere göre hayat planlamayı da bu derece umursamıyoruz. Bir klişedir ya " istediğin işi yapmağk çokk önemlii!" . istediğin işten ziyade sana uygun olan işi yapmak önemli.

Haklı olarak sorucaksınız bana; "e peki duygu sen niçin okuyosun, millete o kadar laf etmişsin!" cevabım şudur, tabi ki iyi bi işim olsun veya kendime yetecek kadar param olsun istiyorum. Ama para için veya iş için okumuyorum, öğrenmek istediğim şeyler için okuyorum. bunu anlamak bazılarınıza çok zor gelebilir, aslında o kadar basit ki... şu an dünyada olan biten birşeye, sokaktaki bir hayvana, gökteki bi yıldıza ya da ne biliyim bi matematik problemine karşı bir merak duygunuz hiç olmadı mı? olmuştur elbet, benim de şu sınırlı hayatımda öğrenmek istediğim ve öğrenmekten mutlu olacağım şeyler var ve onun için okuyorum.

okul bitince de, çoğu insan gibi sistemin beni kabul edebileceği bir kısmında çalışıp ama şu anki öngörüme göre yapmaktan mutlu olacağım eylemler karşılığında para alacağım. hepsi bu.

eğer aynı merakı şarkı söylemeye karşı duysaydım onu yapardım, halı dokumaya karşı duysaydım onu yapardım. yani demem odur ki,kendinizi analiz edin herkes pantolon giyiyo diye pantolon giymeyin, etek belki sana daha çok yakışıyodur.

ufak bir tezle kapatıcam, şimdi giyimi ele alalım; giyinmenin bir işlevsel boyutu bir de estetik boyutu vardır. eğitimi de giyime benzetelim; işlevsel tarafı sizin kariyeriniz, estetik boyutuysa sizin ondan aldığınız haz olsun.

giyim konusunda kimse ben sadece işlevine bakarım arkadaş demez di mi, en umursamaz insanın bile giyim zevki vardır. yani işlev artı estetik ikisini bir arada önemseriz.

eğitimde de durum böyle olmalıdır; işlevini unutun ne bu pragmatik tavırlar demiyorum size. diyorum ki şu olayın haz kısmını unutmayın. aslında öğrenmek, insanı mental olarak doyurabilecek az şeyden biri..

5 Kasım 2010 Cuma

bu da tefikfikret... aşiyana rte geldi, seslensek duyar mısın?

Okuluma rte geldi.
kimlik gösterilerek okula girildi
öğlene doğru heryer camları filmli arabalarla doldu
sonra da kocaman silahlı polisler
polis arabaları
..
güney meydandan kapıya kadar uzanan yokuşta 5 metrede bir koruma vardı
öğrenciler azınlıktı
godamanlar çoğunluktaydı
lanet olsun teknoparka
neden geldin okuluma
rte seni sevemiyorum
ah senden bir türlü kaçamıyorum
..
saçların da çok itici
bir de hiç özgürlükçü değilsin
nerenden tutsak elimizde kalırsın
uzaktan bir derece çekilirsin
neden geldin okuluma
..
bakan olan sensin hemde hepsinin başı
ben bakmak istemiyorum sana
ama her yerde sen
artık her yüzde seni görüyorum
lütfen ilişkimize ara verelim.
..
bir de söyle polislerine
öğrencileri dövmeyin
israile demedin mi "öldürmeyeceksiiiiin!!!!" diye
duygu da der ki naçizane
dövmeyeceksin!
..
bi daha da okullara girmeyeceksin
özellikle benimkine
çünkü orda ben varım
..
seni uzaktan sevmemek
sevmemelerin en güzeli
söyleyecek çok sözüm var
ama seni tutmayayım
..
sen de bizi tutma
tuttuğunu bırakmıyorsun zira
ne tuttuğun mühim değil
oruç ise, benden hurma.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Gören de gönlüme ateş düşmüş sanıcak. bilmiyolar ki ben "umar ha umar" kısmındayım


Kendimde çok önemli bi eksiklik keşfettim; ben çok az aşk hikayesi biliyorum, çok az aşk filmi izlemişimdir, romantizm konusunda da tam bir cahilim. Kur yapma konusunda doğal ortamındaki bir maymundan farkım da olmayabilir. Araştırıp görmek lazım. Ama bunların hiç biri bi adam için saçma şeyler yapmıycağım anlamına gelmez.

Öğrenilmiş romantizm veya aşk konusunda çok zayıf olduğum için tamamen kendi içgüdülerim ve zihinsel süreçlerimle tepkiler verebilitem var bu tip şeylere. Savunun Battal Gazi.

28 Ekim 2010 Perşembe

cenap şahabettin bugün yaşasaydı böyle bir sembolist mi olurdu?

Islak insan kokuları doldurmuş otobüsleri.
Kırık şemsiyeler durağında inecek celal birsen'ler var çevrede.
Yağmurun sesine bakıp aşka attend yapanlar,
Nazgulleri gibiler hiç bahar yaşamamış.
Isınan hava genleşir, soğuyan hava büzültür bünyeyi
herkes winrar dosyası gibidir
buraya çıkart.

26 Ekim 2010 Salı

Evet kronik can sıkıntısı hastalığım tekrar nüksetti.
Neyse ki yarın çarşamba!
O kadar çaresizim ki, zaman öldürüyorum sadece.

19 Ekim 2010 Salı

hadi tatsızlaşalım

Eskiden son sözü söylemenin bir değeri vardı. " Burda son sözü ben söylerim..." diye gerinirdi herkes. Ama artık öyle bi hale geldi ki, hani şahane pazarda balon yarışı vardı kimde patlarsa kaybediyodu falan. O hesap, muhabbette son sözü kim söylerse o duruma düşüyo artık. Karşı taraf cevap vermeyerek ne kadar "cool" olduğunu ispatlıyor adeta.

özlerinde iyi insanlar.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Back in Black

Mental bi doygunluğa ulaştım hayatta, gerçekten her şey yolunda gibi geliyor. Sızlanmıyorum çünkü biliyorum "yaa amann bu insanlar da ne kadar mızmız.." diye söylenebilirsiniz.

Ama gerçekten de şu an düşündüm de, okuldan gelirken çektiğim yol dışında pek bir derdim yok. Pazar günü ilk kısa filmimi de çektim. Ama benim buna film diyesim yok, deneme çekimi diyelim sinema tarihinde çekilmiş bissürü filme ayıp etmeyelim.

Tiyatro kulübüne katılmaya karar vermiştim ama haftada 12 saat çalışması olunca ve o çalışmanın 4 saati cumartesi gününde olunca tiyatro sevdamı ertelemek zorunda kaldım. Şu okula iç dünyam bağlamında uyum sürecimi tamamlarsam, hikayeler yazmaya da başlıycam.

Artık daha olumlu yaklaşıyorum, acaba bıkarsam korkusu yüzünden hiç bir işe kalkışamaz olmuştum. Ama zamanın beni beklemediğini farkettim ve harekete geçmeye çalışıyorum.

ayrıca o kadar çok özlediğim insan var ki... mesela yarın bi işim yok ama hangi birini görsem diye karar veremeyip hiçbirini göremezsem çok üzülücem.

çok ciddi bi yazı olmuş, let's put a smile on that face. =)

16 Ekim 2010 Cumartesi

Artık buraları daha farklı

Sanırım yarın film çekicem. Aynı zaman da bir burs için yazılı mülakata da katılıcam. İki tane heyecanlandırıcı başlık ama nedense bir soğuk kanlılık çöktü üzerime.

11 Ekim 2010 Pazartesi

beyin

Beyin fırtınası yapmaktan uyuyamayan biri oldum. Düşünme düşünmee diye uyumaya çalışıyorum ama o kadar garip ki beynine söz geçmemesi. Hele ki spesifik birşeyi düşünmemeye çalışıyorsan, o düşünceden uzak durmana imkan yok...
Birisi bana yeni birşey söylesin düşünmemem için bari onu düşüneyim.

7 Ekim 2010 Perşembe

Evet, dün derse gidip yarısında döndüm ve bugünse hiç gitmedim. Sırf hasta olduğum için mi bilemem ama günlerce evden çıkmamak istiyorum. Çok güçsüz hissediyorum kendimi.

- Bir de hava sıcak mı soğuk mu? Bir terleyip, bir üşüdüğüm için anlayamıyorum.

3 Ekim 2010 Pazar

mhpnin 40. yıl kutlaması görseli




Yepisyeni ilgi alanım belki de sinema olabilir. Gerçekten. Çok iddialı değilim. Yüzlerce film izlemedim, hatta kült sayılacak filmleri bile çok çok sonraları izledim. Ama artık saçma sapan bahaneler üretip boş beleş hayat yaşamanın manasızlığını çok derin hissediyorum içimde. Her şeyden bi parmak alarak mutlu olamazsın, belki de biriyle doyasıya ilgilenmen gerekiyordur.
Böyle böyle şeyler işte. Elime geçen fırsatları değerlendiricem.

-Bu arada dün gece Scorpions konserine gittim. Mekan Küçükçiftlik Park'tı. Ve mekan tamamen rezaletti, ses sistemi çok kötüydü. İlginci seyircilerde bir heyecansızlık ki ne heyecansızlık. Adamlar deli gibi çaldı kimse gaza gelemedi. Ya da akrepler getiremedi bilemicem. İyi olan tek şey ve görebildiğim tek şey sahnenin üstündeki ekrandaki görüntülerdi. Ama her şeye rağmen coştuk eğlendik, eğlenmek zorundaydık. O kadar para verdik yani, eğlenceyi satın almış olmamız gerekiyodu. Haksızlık edemem adamlar çaldı yani, Klaus'un sesine de diyecek yok.

30 Eylül 2010 Perşembe

let me hear your scream!

İyi ki varsın metal müzik, iyi ki varsın heavy, iyi ki varsın black sabbath, iyiki vardın dio, iyi ki varsın ozzy. iyi ki dünyanın bu periyoduna denk gelmişim.

O an kendimi o kadar ait olduğum yerde hissettim ki...
Ama ne yazık ki, gerizekalı bir sürü insan var. Tamam anlıyoruz içki içiyosun, aa hem de viski.. tamam da al bi tarafına sok onu hangı akla hizmet onu atıyosun insanların hıncahınç olduğu bi yere. piç kurusu. keşke bunu görse.

en sevdiğim şarkıyı kaçırdım gibi bir şey oldu.. eline sağlık. keşke sen olmasaydın orda.

---

Ozzy canımızın köpükleriyse belki de beni yarın zatürre edecek olan yegane sebep.
Güzeldi, çook =)

dio için şarkı çaldın ya, aferim sana. onu senden çok seviyorum ama olsun senın de giderin hat safhada.
-
Kafam uyuştu. nokta.mrcrowley.com

29 Eylül 2010 Çarşamba

Rear Window

Şans diye bir şey var mıdır? Bazı insanların neden her işi ters gider?
He, bir de şans nedir?

27 Eylül 2010 Pazartesi

ilk

Bir aradan sonra tekrar döndüm. Tatilde düşündüklerimle ilgili yazı yazmayı planlarken okulun başlamasıyla beynim ve zamanım birden doldu. E tabi ne kadar ayak yapsak da hepimizin üniversiteden ve ilk gününden beklentilerimiz vardır. Bunları karşılamayan garip bir gündü.
Zaten ilkokul/lise 29 ekimi gibi geçen kısa bir öğrenim gününden sonra okuldan ayrıldım. Taksim'de gezi parkında Sahaf Festival'i var. Sanırım yarın son günü. Oraya gittim, 2-3-5-7-10 liraya bir sürü kitap var, plaklar var mesela 100 liraya bi gramofon vardı o çok iyiydi.
Böyle işte, ya beynim dolu ya günüm.
Bugünkü kıssadan hissemiz şu; tamam günün de dolu olacak ama beyninin doluluğunu engellemeyecek. Beynini ve gününü kıvamında yürüteceksin.
Ben şu an bunu ayarlamaya çalışıyorum. Düşündüklerimi unutmadan not etmem gerekiyor yoksa çorba olabilirim. Zira çok kompleks bi beyne sahip değilim.

23 Eylül 2010 Perşembe

yaza veda

Eylülün sonunda tatile çıkmanın haklı huzurunu yaşıyorum. Okul sebebiyle her günüm kalabalıklar içinde geçecek. O günlerden önce böyle bir sakinlik çok iyi gitti.
Kime bir şey sorsak 'sezon bitti ya ondan böyle' yanıtını alıyoruz. Ama o kadar memnunum ki bu durumdan. Koskoca Altınoluk'ta bi emekli tayfa var bi de biz.
Bugün yaklaşık 3 kilometre kadar yürüyerek ydalgaların iyice coştuğu bir yerde denize girdik. Sahil bize emanetti. Kısacası en kötü günün böyle olmasını isteyecek kıvamdayım.
Bu arada yazılan yorumlara cep telefonumun azizliği sebebiyle cevap veremiyorum.
Okunulan; erich fromm- özgürlükten kaçış

19 Eylül 2010 Pazar

ilk paragrafla diğer kısmın sıkı bir bağlantıları yok ona göre okuyun

Nostalji tamamen kişisel doyumsuzluklarımızın ve ölüm korkumuzun dışavurumu. Soruyorum; kaç defa şu an çok güzel bir an, hiç bitmese.. diye düşündünüz. Peki kaç defa, ah ne de güzelmiş o günler, keşke dönebilsem.. diye düşündünüz.
2. sorumun cevabı eminim ki çok çok daha fazladır.
----
Önemli olan "carpe diem" diye zırvalayıp dururuz lakin anı falan yaşamayız biz. Geçmişi özlemekte ya da gelecek hayalleri kurmaktayız. Aklımızda hep geçmişe ya da geleceğe dair fotoğraflar vardır. Şu an yaptığım/duyduğum/düşündüğüm herhangi birşey hemen bana o fotoğrafları hatırlatır.

Annenden yediğin ilk tokadın fotoğrafı, ilkokula başladığın günün fotoğrafı, kardeşinle küçük boy cipse yumulmuşken çekilen bir fotoğraf, lisede öğretmenlerle dalga geçerken yavşak bir poz verdiğin fotoğraf, kalabalık bir sofranın fotoğrafı, eski ramazanlara binaen soğuk havada pide kuyruğundayken çekilmiş bir fotoğraf.
Bunlar gözünün önüne geldikçe herşeye rağmen geçmiş daha güzeldi, daha saftı, herşey bambaşkaydı, nerede eski bilmemneler diye düşünürsün. Eminsindir şu an geçmişten çok daha boktandır.. Hem daha dur gelecek var.. Süpersonik bir gelecek kuşkusuz.. Geleceğe dair fotoğraflara dalarsın sonra;

Kendini televizyon ekranında gördüğün bir fotoğraf, istediğin işle uğraşırkenki huzurlu fotoğrafın, evleneceğin insanla çok ilginç ve sıradışılığınızı temsilen çekilmiş bir fotoğrafın, hayallerini kurduğun evin kapısında anahtarı deliğe sokmuşken çekilen bir fotoğrafın....
Kısacası photoshoplanmaya mahkum olan bir yığın fotoğraf vardır aklında. İlerde hep o resimlere ulaşacağını düşünürsün. Eminsin çünkü gelecek bu fotoğraf albümü gibi olacak, bugün kesinlikle daha önemsiz ve kötü bir gün.
Bugünle fazla muhattap olmaya gerek görmezsin.
Amannn bugün de böyle geçsin, nası olsa gelecek var. Jude Law gibi kocam olucak mesela bugün sap gezmişim ne önemi var!

17 Eylül 2010 Cuma

Metropolize hayatlar



Bugün metrobüste bir adam gördüm. 30lu yaşlarında, sıska ve kısa bir adam. O an metrobüsteki acelesi en az olan insan gibiydi. Arada saatine bakıyordu ama sanki vakit biraz hızlı geçmiş olsa der gibiydi saate bakışları. Cebinden bir kağıt çıkardı okumaya başladı, ufacık bir kağıttı halbu ki ama en az beş dakika kağıdı okudu. Defalarca. Sonraysa kağıdı yırtıp avcunun içinde tutmaya başladı. Bunlar olurken adam benden uzaktaydı kağıdın neyle ilgili olduğunu anlayamadım. Ama sonra adamın yanı boşaldı ve oraya oturdum.
Telefonu çaldı, onun tam zıddı heycanlı bir ses geliyordu telefondan.
-Bilmem daha çıkmadım 5 gibi gelebilirim ancak bekleticem. (saat 2bucuktu bunu dediğinde gideceği yer çok ekstrem değilse 5 te ancak orada olabılmesıne imkan yok)
-Banyo yapmam gerekmişti.
-Kağıt mı(elindeki kağıt parçalarını yerde duran çantasının içine attı)
-Yok ben almadım onu
-Sanmam, profösör değil mi adam
-Yok geçti zaten gerek yoktu aslında. (bunu dediğindeyse sol kolunun damarındaki şişliğe baktı)
-Tamam, acele ederim.

Telefonu kapadı. Zaten Zincirlikuyuya gelmiştik. Metrobüsten indik ve kaybettim adamı.Ben bir arkadaşımı bekledim biraz. Arkadaşımı beklerken bu adamın metrobusun karşı tarafına geçmiş, demin geldiğimiz yönün tersine giden metrobüse binip geri döndüğünü farkettim. Koltuğuna oturup uyumaya başladı.
Saat 5teki randevusuna oyalanmak için acaba kaç defa gidip gelerek oyalanacaktı.

Nedenoldukiböyle

Kısıtlanmak çok lanet bi olay. Ve yazamama halimi veya istediğim şeyleri yazamama halimi ona borçluyum sanırım. Bununsa tek bir çözümü var ki ben çok üşeniyorum.
Burayı sadece izlediğim filmler, okuduğum kitaplar üstüne yapasım var.

Al işte yine yarımbırakmanın planlarını yapıyorum...

14 Eylül 2010 Salı

Kimkiminlenerdenezamanne

"Kendisine tutulan kişideki bu ilgi çekici değişimin en az farkına varan Baron'du, yani bu duruma neden olan insan. Çünkü kim dönüp de gölgesine bakar ki?"

Okuduğum bu iki cümleden sonra yine yeni sorular edindim. Bir insan bir insana kendinden kaybedecek derecede nasıl bağlanabilir? ve onun gölgesi olmayı kendine kabul ettirebilir?
Bunlar aslında su yüzüne çıkmasa da çoğu ilişkinin vazgeçilmezi mi? Yoksa bu kadar bağlılık ve tutku içeren ilişkiler bizlere eskilerden kalmış hikayeler mi?

Bir diğer açıdan da;

Kendisine bağlanmış birine nasıl davranmalıdır insan? Ya da nasıl farkedebilir ki ipuçlarını? Gerçekten gölge hep ardında mıdır bu durumda? Güneş hiç arkamızdan gelmez mi?

Peki;

Kadın ve erkeğin bağlılıkları benzer midir? Bir cins diğerinden daha bağlı diye genellenebilir mi? Kimin daha çabuk ilgisi dağılır? Hangi cins karşıdan gelen ilgiyi daha kolay farkeder?

Ya da;

Kimler gölgeye sahip olmaktan mutludur? Bu insanlar bencil midir? Yoksa farkedemeyecek kadar saf mı?

11 Eylül 2010 Cumartesi

10 Eylül 2010 Cuma

Tespit tespit üstüne

Her şeyden çabucak bıkan, ha bire daldan dala atlayan insanlara maymun iştahlı ya da doyumsuz yaftası yapıştırırız ya. Aslında tam tersi şöyle bir boyut var. O insanlar başladıkları bir işe hemen doyarlar ve bırakırlar. Aslında doyumsuz değil, aksine çok çabuk doyan insanlardır.
Yok ben bizim bi arkadaştan biliyorum

8 Eylül 2010 Çarşamba

Bak işte bunu herkes yapmaz

Hayatta yenmem gereken en önemli şey alçaklık psikolojim. Süslü püslü tanımlamalardan uzaklaşırsak da özgüven problemim demem yanlış olmaz heralde.
Hep bunu yenmeye veya yok saymaya çalışırsın. Ama bi şekilde bi yerlerden çıkar. Acındırmaya mı çalışıyosun kendini diye düşünebilirsiniz. Halbuki genelde bu insanlara acımaz ki kimse, kendilerini ait hissettikleri alçağa yerleştirirler zihinlerinde. O kadar. Ve ek olarak da böbürlenirler, ahah ben kendime çok güvenirim, narsistim biraz ya da egom sağlamdır... gibisinden uzaklara kısık gözlerle baka baka konuşurlar.
Ben de ara ara bunlardan oluyorum. Biriyle yeni tanışıyorsam, olmadığım biri gibi, özgüveni çok yüksek biri gibi davranıyorum. Ama bu bir şekilde siliniyo. Ve baktığımdaysa zayıflıklarını saklamaya çalışan bir ben buluyorum ilişkilerimde.
Ama çok karmaşık bir durum. Ben gibi problemleri olan bir çok insan da bunu söyleyecek kadar bile özgüven yok. Bunu diyerek kendime moral vermeye çalışıp yazımı noktalıyorum.

(Yolda gezerken, film izlerken, kitap okurken... hep olmak istediğim insanı yaratıyorum kendime. Tüm bu ezik fikirlerimi bir gün çocuk yapıp üstünde denemeye kalkışırsam, onu zavallı annesinden alabilirsiniz)

Memolici miydik, Deli Yürekçi mi?


Hayattaki başarılarımı anlatan bir yazı yazmam gerekiyordu. Ve aslında ne kadar başarısız olduğumu farkettim. Yani boş olduğumu bi nevi. Ya da bana göre çok basit bir şey belki başarı olabilir, tam tersi de.
Ama şöyle bir gerçek var ki, hiç birimiz 6 yaşında ilk şarkısını besteleyen, 9 yaşından beri sahnelerde olan, 12 yaşında üniversiteye kabul edilen, 8 yaşında dünya satranç şampiyonu olan, 7 yaşında kitap yazan
über yetenekli çocuklardan değildik. Ve geçmişimiz lanet sıradanlıklarla dolu.

Pokemonlar ezberledik, barbielere elbise diktik, doğum günümüzü mc donaldsda yapmak için ağladık, tasoda tüm mahalleyi keptik, anneeaa para sal cips alcam dedik, ailemize ışıklı ayakkabılar aldırdık, gizlice annelerimizin kıyafetlerini giydik ya da buna benzer şeyler... bir de sabah erkenden kalkıp çizgifilmler izledik.

7 Eylül 2010 Salı

Kosmos


Yine bir film ve yine ben. Bu seferki filmimiz Reha Erdem'in Kosmos'u. Sinemada izleyerek müzik ve görüntüden x2 tat almışımdır belki de bilmiyorum ama sabırlı şekilde az diyaloglu film izleyebilenler için harika bir film.
Hatta bazı kısımları var ki anlayamadığım ve üstüne düşünüp araştırmam gereken. Çünkü çok saklı ve sembolik bir film. Her kareden çıkarılabilecek bir anlam var. Ve bunlar birbirleriyle bağlantılı.
Amma boş konuştun filmi biraz anlat derseniz de, olay kısaca şehre şaman bir adamın gelmesi. Ama böyle söyleyince de büyüsü bozuluyor. Her ayrıntıya kendiniz varmaya çalıştıkça güzel bu film.
İnsanın hayvandan üstün olmadığını, aslında pek farklarının da olmadığını tekrar bana hatırlatan da bir film aynı zamanda. Özümüzden ve geçmiş yaşantılarımızdan kopuşumuz ve aslen iki yüzlülüğümüz. Bunlar da var filmde.
Sermet Yeşil'in kuş dilinden konuştuğu sahnelerde gerçekten insandan başka bir şey izliyormuşum gibi geldi. Çok tiyatral oynamış diyenler olacaktır ama bence bu filme yakışır bi oyunculuk sergilemiş.
Kosmos kadar Neptün yani Türkü Turan da çok iyiydi. Sanki o role o kadından başkası olmazdı. Bu kadar güzel mi ötülür arkadaş.
Ve bu ikilinin birbirlerine kur yaptıkları sahne bence izlediğim en unutulmaz sahnelerden biriydi.
Hep gişe filmleri, hep yabancı filmler olmaz biraz da kaliteli yerli yapımları izlemek lazım. İzleyin derim ben.
Not: Müzikler içinse A Silver Mt. Zion'ı takdir etmeli.
(Kosmos üstüne düşünüp bir yazı daha yazmayı planlıyorum.)

4 Eylül 2010 Cumartesi

nelermiş

Zoraki sosyallik denen şeyi yapmaya uğraşmak bi hayli boktan bi olay. Ve de gereksiz, herkes zamanla bi şekilde kendine çeker anlaşabileceği insanları. Herkesle el sıkışmaya çimlerde oturmaya gerek yok. Bu da bayram gezmesi aşığı ebeveynlere söverken kendi ürettiğimiz bi sosyal çılgınlık olsa gerek.
Bunları tabi o çılgınlığa dahil olduktan sonra söylüyorum. Peki elime ne geçti, şuan adını hatırlamadığım oğlanlar ve kızlar. Ve yine çevremdeki tanıdığım insanlar.

Beyin bedava.

2 Eylül 2010 Perşembe

Deepnote


Öncelikle beğenilen filmler listesine katmalık bir film izledim bugün.
The Man From Earth:
Tek bir odada geçen bir filme(sinema sanatı sonuçta göstermenin de çok önemli olduğu bir sanat) bu kadar odaklanıp, sıkılmadan izleyebileceğimi tahmin etmezdim. Sanki birisi hikaye anlatıyor ve ağzım açık izliyorum gibi. Zaten biraz da böyle sayılır; 14 bin yıl yaşamış bir mağara adamı ve anlattıkları.. İnsanların inandıklarının sarsılması karşısındaki tepkileri, 'gerçek' kavramının onlarda yarattığı kalıplar, ölümün hayatlarında ne kadar önemli bir kısmı işgal ettiği, zaman kavramı...Kısacası izlenesi.

Tam bu filmi izlerken bi telefon geldi. Şaka gibi bir haber. Ben cidden kocaman olmuşum, büyümüşüm he bunu anladım. Yoksa benden öğretmen mi olur.

Bir de çok içime sinen bir şey hazırladım. Huzur bu olsa gerek.
Garip bir başağrısıyla başlayan bir gün için oldukça keyifliydi.
Filmin bi ara beni içine soktuğu kısıtlılık fikrine rağmen.

31 Ağustos 2010 Salı

To be or not to be



Gün geçmiyor ki bir şeyleri kıskanmayalım.

Resim sadece bu manzarayı iple çektiğim için

30 Ağustos 2010 Pazartesi

hayata dair sırımsatan detaylar

Önemli olan hissedilen yaştır, temalı sözler üzerine düşündüm biraz...

Yaşı ilerlemiş ama kendini 18'inde hissettiğini söyleyen ve bunu (sarkık memeleri ve ağarmış göğüs kıllarıyla) sabahın 6sında koşuya çıkarak ispatladığını düşünen insanlar var.

Kaç genç yapar ki bunu?

Okunacak

Engin Geçtan- Zamane

29 Ağustos 2010 Pazar

Hazır aklıma gelmişken

Hayatımda iki kere içki yüzünden kusacak kıvama geldim. Kustum da zaten.
Hani cinsel ilişkiden sonraki bir kaç dakika bilincin farklı işlediği mala bağladığın anlar olurmuş ya.(hatta cem yılmazın bi gösterisinde vardı böyle bi muhabbet). Onu yaşamadım bilemem ama bu içki yüzünden midenin içine edilen durumlarda da insan çok garip varoluş problemleriyle karşı karşıya geliyor.
Çevrende "hadi sana şunu içirelim, gel şöyle uzan, dur dur yüzünü yıkıcam şimdi senin..." kıvamında sesler duymaktan sıkılmışsındır. O an herşey anlamsızdır senin için. Ve tövbe edersin hatta bi daha da içki içmem bu ne falan gibisinden.
Küçükken soğuk algınlığı olduğunda annen sana nası bakıyorsa yine öyle olsun istersin şartlar. Ama eve gittiğinde o muameleyle alakası olmayan serzenişleri çekmek zorunda kalırsın.
Ne derdi varsa bu yaşta, bi de kız olucak, ben bu yaştayken, bak hep senden yüz buluyo bu...
Kısacası bu durumda nereye gidersen git rahat edemezsin. Filozofların varoluş acıları gibi bi acı çöreklenir içine, hayatına yeni bir yön vermek istersin, herkesten nefret etme raddesine getirirsin içindeki durumu.
Ama tamamen ayılıp yemek yemeye de başlayınca herşey eskisi gibi olur. (benim ilk kusma vakamda kusma değil kusmalar'a ulaşmıştı olay. 2 gün kustum)

-YAa biliyo musun beş shot yaptım ardarda hiçbişey olmadı buseferkine 7ye kascam

Sonra ağzından buna benzer laflar dökülür.Hayat kaldığı yerden devam eder.
Bir gün yine miden içki yüzünden lanet bi hale gelmiştir. Yine herşey anlamsızlaşır. Kimseyi görmek istemezsin, ya da göremeyeceğin birini görmek istersin. Yemek yiyemezsin, su içsen miden bulanır. Bi daha da içen top olsun dersin...
sonra
-Yaa bu hafta sonu birimizde toplanıp çilingir sofrası mı kursak..

Ama sanırım limitlerimi öğreniyorum yavaş yavaş.
Bir de adettendir: "Karıştırmıycan aga, biraysa bira iççen hep, votkaysa votka..."

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Emekliliğe daha çok mu var ne


Bir şeye başlarken parmağıma falan ip mi bağlasam , ne yapsam onu yarıda bırakmamak için. Ya da ondan bıkmamam için.
Maymun iştah falan iğrenç şeyler bunlar. Ve bu huyunun nesnesi arttıkça her yeni başlangıça karşı da önyargın oluyor, zincirleme şekilde hepsi yarıda kalıyor falan.

Not: Dertsizlikten kendine bunu dert edinmiş mal deme bi dinle önce. Empati yap ya da empati kur mu derler?

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ben ve diğerleriniz


Artık taraf olmanın da modası geçmiş gibi duruyor. Yani bir düşüncenin koyu taraftarı olmanın demek istiyorum. Herkes daha rafine, daha karma, bi ondan bi bundan düşüncelere sahip artık. Zaman, farklı düşüncelerin farklı taraflarını benimseme zamanına döndü.
Bana göre doğru olan da budur zaten. Hiç bir fikir, ideoloji, akım, sanat anlayışı yoktur ki tüm ayrıntılarıyla mantıklı ve akla yatkın olsun. Ya da herhangi birinin düşüncelerine yüzdeyüz uyum seviyesinde olsun.
Ama sırf ben bağnaz değilim, at gözlükleriyle bakmıyorum diyebilmek için içlerine sinmeyen şeyleri dillendiren. Ya da aslında daha radikal fikirleri varken, bazı şeylerden çekindiği için önce sözlerini sonra da fikirlerini yumuşatan insanlar var.

Yumuşatmayanlaraysa, yani her soruya yuvarlak cevaplar verip, herkese göz kırpmayanlaraysa aşağılık gözüyle bakıyoruz.

Hayat, insanlar ve düzen aslında hiç bir şeyin bayrak taşıyıcılığını yapmaya değmeyecek kadar nankör. İsterseniz bana apolitik genç damgasını da vurabilirsiniz. Ama elbette içimde tuttuğum taraflar var. Ya da taraf demiyim de kötünün iyisi olanlar var bana göre.
Ama dediğim gibi kötünün iyisi. Hiç kimse de mükemmel düzenin şifresi yok. Kötünün iyisi zırvalamalarım da bi hayli saçma kabul ediyorum.
Yazdıkça fikir değiştiriyorum.

Çünkü tüm insanlar kötü.
Çünkü tüm insanlar iyi.

24 Ağustos 2010 Salı

Sayıların Gizemi- Annemarie Schimmel


En son okuduğum kitap bu başlıktaki. Her okuduğum şeyi gelip yazma gibi bir huyum yoktur ama hoşunuza gider diye düşünerek kitaptan bazı sayıları aktarıcam.

5: İslamın beş 5 şartı vardır, namaz günde 5 kere kılınır ve İslami hukukta 5 kategori vardır.

6: Zerdüştçülükte yaradılışın 6 döneminin 6 yüce meleği vardır.

7: Kur'an a göre dünya 7 katlı yaratılmıştır, hac sırasında tavaf 7 kez yapılır, şeytan taşlanırken 7şer taşla taşlanır, Buhari'nin bir hadisine göre 7 büyük günah vardır.

8: İsa büyük çile'nin 8. günü dirilmiştir.

12: 12 havarinin amacı teslis inancını dörtbir yana yaymaktır. Yani teslis inancı 3le sembolize edildiği için 3çarpı4= 12 havarinin amacı.

40: Türkler için çok anlam içeren bir sayı. (40 kere söylemek, 40 gün 40 gece, kırkayak, kırklareli, kırkyılda bir, kavhenin kırk yıl hatırı var, kırkından sonra azanı teneşir paklar.)

22 Ağustos 2010 Pazar

100 Things Challenge


"Sahip oldukların zamanla sana sahip olur."
Sözüyle başlayalım önce. Bu mantıktan yola çıkarak, bu gidişe ve tüketim bağımlılığına kendi hayatında bir son vermek isteyen bir adam var karşımızda, Dave Bruno. Ama yaptığı hareket kendisiyle kalmayıp, bir çok insana da ilham vermiş durumda. 100 Things Challenge adını verdiği projesi yaşamak için 100 eşya seçip diğer tüm hepsini hayatından çıkartmaya dayanıyor. Kıyafetler, teknolojik cihazlar, kitap, ayakkabı... kısacası kullandığımız her şey listeye dahil ediliyor. Bu zat-ı muhterem bunu 2008'de yapmaya karar vermiş ve hala da bu felsefede yaşamakta.
Ama artık sadece o değil böyle yaşayan, bir sürü insan Dave'in yaptığı gibi eşyalarını 100'e çoktan indirmiş durumda.
Bence gerçekten ilginç ve yaratıcı bir hareket olmuş, Türk annelerini bu adama emanet edip o vitrinlerin ve mutfak dolaplarının akıbetini izlemek gerekir diye düşünüyorum.
(Bilgilerin bir kısmı Radikal Cumartesi'den alıntıdır.)

Eğer merak ettiyseniz, buralardan inceleyebilir veya takip edebilirsiniz...
http://www.guynameddave.com/100-thing-challenge.html
http://www.facebook.com/home.php?#!/100thingchallenge?ref=ts
http://twitter.com/guynameddave

En-el rock

Eğer bir konuda herkes suçluysa,bu kimse suçlu değil demektir.
---------dünyada---------mutluysa-----------mutlu
---------davada-----------haklıysa------------haklı
---------savaşta-----------güçlüyse-----------güçlü

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bugün de hayata dair 2 bulgum var


- Türk televizyonlarından alıştığımız bir manzara. Biri yayına bağlanır ve sunucuyla bir türlü iletişime geçemez. Sonra o nadide söz söylenir sunucu tarafından;
"Hanfendi/beyfendi televizyonunuzun sesini kısabilir misiniz?"
Artık bunu milletçe öğrenmenin zamanı geldi. Yayına bağlanırken televizyonun sesini kısıcaz...

-Diğer konu ise markette veya herhangi bir yerde sıra beklerken biri gelir ve en öndeki kişiden sırasını ona vermesi için izin ister. O kişi de izin verir. Tüm kuyruktan izin istemesi gerekmez mi? o öne geçen aceleşinas kişi yüzünden tek bekleyen sıranın en önündeki insan değil ki. He çok yardım severse o kişi, kendi sırasını vermek demek sıradan çıkıp en arkaya geçmektir. Geçsin sıranın sonuna.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Tespit

Film izlerken bir şeyler yemeyi ve özellikle patlamış mısır yemeyi ilk kim çıkardı? Hani bari sessiz yenilebilecek birşey olsa yine iyi.
Biri mısır yerken hele kendim mısır yerken ben odaklanamam ki filme. Odaklanamıyorum da zaten. Baksana bu sıcak yaz gününde bunu dert edindim kendime.
Bir de frigo olayı var. Ben hiç film izlerken frigo yemedim, normalde de yemedim hiç.
Bunlar garip şeyler. Şuan azalsa da frigo sinemayla özdeşleştirilmiş birşey mesela.

Bir yiyecek veya içeceğin bir olayla veya etkinlikle özdeşleşmesi çok garip. Biri ölünce helva yapmak gibi. Ya da doğum gününde pasta kesmek gibi(ne yani ben kadayıf alıp mum dikemez miyim). Hurmayı sadece ramazanda yeyişimiz gibi.

Bi de bu konudan biraz uzak bir şey olucak ama. Hani eminönünde falan çok satılan çember şeklinde hamur tatlısı var ya. O nam-ı diğer kerane tatlısı mesela. Bak bi düşün o ismin sebeplerini insana çok mantıklı geliyor, amaca uygunluk açısından.

Ama sinemada mısır yemenin böyle bir mantığı yok işte.

Hayat bazen zeki müren

Artık bu yazamama halimi kırmak istedim ve kendimi zorlaya zorlaya bastım yeni kayıt tıklantısına.
Şu sıralar tam ideal bir yaşantım var esasında. Yeteri kadar dışarıda olma, yeteri kadar evde internet başında olma.
Ama ne olursa olsun gördüğüm insan sayısı azaldı ve girdiğim ortam da.(otobüs,dersane,restoran, playstationcı, simitçi... falan) Dolayısıyla bir fikir tıkanıklığı yaşıyorum hali hazırda.

Ama bu aptal yazıyı yazdıktan hemen sonra yenikayıt a basıp daha düzgün bir yazı yazma peşindeyim. Dua edin de sayfayı açtığınızda 2. sırada göreceğiniz yazı olsun bu.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Mevsimnormallerinin

Sadece bende değil sanırım tüm blog aleminde bir rehavet ,bir gevşeme var..

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Deathnote

Hayatımda 2.kez cenazeye gittim ve ilk kez toprağa gömülme anını gördüm.
Tabi ki milyonlarca şey aynı anda geçti aklımdan. Kafam zaten karışıktı. Bu durum pek hoş olmadı tabi. Ama insanları sevmek kadar acıtan bir şey yok şu hayatta, yani onu kaybetmek kadar acısı yok.
"Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne, onsuz yaşayamam demiyeceksin. Yaşarsın"
Fakat el mecbur bağlandığımız insanlar ve şeyler var. Onların kaybını görmek de bi hayli olası. Bu durum insanın kendi ölümünü veya yalnızlığını hatırlattığı için mi bu kadar acıtıcı. Yoksa saf bi şekilde ölen birine üzülemez miyiz falan? Bunların hepsini düşünücem önümdeki zamanlarda.
Bu konu hakkındaki fikirlerinizi paylaşırsanız benimle çok sevinirim.

13 Ağustos 2010 Cuma

Hayaller step I

An itibariyle Boğaziçi Psikoloji öğrencisi olmaya sadece bir kayıt kadar uzağım...

12 Ağustos 2010 Perşembe

Hepsi ölüm korkumuzu dindirmek içün

Eveet uzun süredir içimde tuttuğum bir fikir bu. Schopenhauer beyimizin fikirlerinden esinlendiğimi belirterek başlıyorum.
Mutlu olduğum anlarda,bu mutluluğun biteceği, bu sürecin hiç bir şekilde yenilenemeyeceği günlerin geleceği fikri beni mutsuz ediyor.
Kısacası mutsuz olmak bazen daha huzurlu. Hayat tükenen bir şeyse, bu anlar esasında tükenen mutluluklar zaten.
Madem bir gün öleceksek, ayrılacaksak öyle mutsuz bir hayatımız olmalı ki ölüme neşeyle koşalım.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

?

Hadi ilimle bilimin farkını anlatın bana. Google a bakmaca yok.

Ketum Yeni Dünya


*Herhangi bir toplu taşıma aracına biniyorsun, herkes birbirine hava sıcaklığının ve ter kokusunun sebebi karşısındaymış gibi davranmakta.
*Markete giriyorsun, kasiyer iş saatlerinin ve patronunun gıcıklıklarının sebebi karşısındaymış gibi davranmakta.
*Yolda yürüyorsun, yürüyen kadın kaldırımlarındarlığının ve fazla kilolarının sebebi karşısındaymış gibi davranmakta.
*Hastaneye gidiyorsun, doktor düşük maaşının ve sıkıcı hayatının sebebi karşısındaymış gibi davranmakta.
*Okula gidiyorsun, müdür yardımcısı ailevi sorunlarının ve müdürden azar işitmesinin sebebi karşısındaymış gibi davranmakta.
*Postacı geliyor kapıyı açıyorsun, buraya kadar yürümesinin ve lanet olası nasırının sebebi karşısındaymış gibi davranmakta.
*Annem yanıma geliyor ona yardım etmemi istiyor, ben tatilin sıkıcılığının ve başımın ağrımasının sebebi karşımdaki kadınmış gibi davranmaktayım...

Siz de live is life şarkısındaki labalapbapbap kısmından hayli uzak bir ruh haliyle mi yaşıyorsunuz?

10 Ağustos 2010 Salı

Okumak ve Bilmek

Dünyadaki bütün kitapları okumak istediğini söyleyen bir arkadaşım vardı. Aslında onun istediği dünyadaki bütün kitaplarda ne yazdığını bilmekti, okuma sürecinden hoşlanmayan(ya da asla kitap okumaya vaktinin olmadığını düşünen) bir çok kişi için de bu böyledir. Biri kitap okurken kitabın adına bakar, içinde neler olabileceğini düşünür ve o an bir arzu duyarsa o arzu o kitabı okuma arzusu değil, içinde neler yazdığını bilme arzusudur.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Memleketimden insan manzarası; froyd sapık ya la!

Psikoloji seçtim deyince alınacak bilimum tepkiler;

(ıyh ıyh ıyh=barney moloztaş gülüşü)

-ıyh ıyh ıyh, ilk once benı tedavi edersin.
-ıyh ıyh ıyh, heh sen ailecek bak bize.
-ıyh ıyh ıyh, bilinçaltıma inelim mi?
-ıyh ıyh ıyh, bu memlekette sana iş çok.
-ıyh ıyh ıyh, passiflora lar senden
-ıyh ıyh ıyh, psikopat olacan he anlasıldı.
-ıyh ıyh ıyh, işletme tutmuyodu de mi?

8 Ağustos 2010 Pazar

Inception 2

Rüyayla gerçeğin içiçe olduğu bir film, gözlerinizi ekrandan bir saniye bile ayıramayacaksınız...
Yok söyleyeceklerim bunlar değil.

Her ne kadar arkadaşımla birlikte ilk ve ikinci kısma da geç girerek herkesten küfür yemiş olsak da bi şekilde filme odaklanabildik. Ve cidden ayrıntıları çok hoş dizayn edilmiş bi film olmuş. Rüyalarda buluşuruz adlı ikinci filmi de çekilebilir bak, o en son topaç dönuyodu hala . (bir gece ansızın spoiler verebilirim)

Aksiyon sahnelerinde titreyen, ses yükseldikçe sağa sola kıpırdanan, altyazıya bakarken filmi kaçırıp triplere giren, ayakları şiştiği için bağdaş kurup oturan teyze filme dair unutulmazlardan.

6 Ağustos 2010 Cuma

Buda böyle bir hanımdır!


Referandumla yakından ilgili bir mahallem var.
Geçen gün zile basmış annemin kapıyı açmasını beklerken geçen bir diyalog;
Muhtar: Bak Zeynep eğer bi şekilde birilerine uyup, HAYIR oyu verdiğini duyarsam seni silerim. Hiç bi yardım falan bekleme benden.
Zeynep teyze tepkisiz kaldı.
-----------
Bir diğeri de çocuktan al haberi tarzında bi hikaye.
4 yaşındaki kuzenimi parka götürdüm. 6 yaşlarındaki bir arkadaşı yanımıza geldi ve
Çocuk:Celal sen evet mi diycen, hayır mı diycen? Biz evet diyceez.
Burada kuzenımın cevap vermesine fırsat vermeden ben devreye girdim.
Ben:Neden evet diyosunuz?
Çocuk: Çünkü evet güzelmiş. Evet demeliymişiz.
Bu arada ben mal mal düşünürken kuzenim konuştu.
Kuzen:Ben evet diycem, hayır diycem. Hayırevet evethayır diycem. (sonra da oyununa dönüp kendi kendine aralarda evethayır hayırevet demeye devam etti.)

Gerçekten de ne evet, ne hayır denesi bi kırksatır mı kırkkatır mı sorunsalı. 3.bir seçenek olsa Havet gibi eminim onu seçecek bir sürü insan tanıyorum.
(Muhalif damarlarım kabardı)

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Ben film veya dizi izledikçe kendimi daha iyi ifade etmeye ve sağa sola replikler sallamaya başlıyorum. Hayatımı kameralar beni çekiyormuşçasına yaşamaya başlıyorum.



Şuan bu yazımın yarıda kalmasına üzgünüm. Ama nokta

3 Ağustos 2010 Salı

Inception çılgınlığı


Herkesin söz birliği etmiş gibi bu filme övgüler yağdırmasından sonra baya bi düşündüm. Bazı işler, düşünceler, emekler var ki herkes tarafından takdir görüyo. Evrensel iyi gibi bi kavram olabilir mi? bunu düşündüm sonra. Bence kesinlikle olamaz. Ama bu filme nasıl oluyor da bu kadar büyük bir kitle hayran olduğunu söylüyor?

He bir de her zaman olduğu gibi bazıları sadece büyük bir çoğunluktan farklı olduğunu göstermek için kendini bu filmi eleştirmeye, kötülemeye vericek. Elbet sevmeyenler olacaktır, belki ben de sevmeyeceğim bilemem daha izlemedim. Anlatmak istediğim, herkes sevmiş ama ben herkes değilim ben sevmemeliyim, önyargısıyla filmi izleyenler ve yorumlayanlar. Onlardan olmayalım, olanları uyaralım.

Bir de Nolan'ın işlerinin insanı heycanlandırmaması bi hayli zor...
Lanet olsun ki konusu da rüya, bilinçaltı falan. bilin çaltı

2 Ağustos 2010 Pazartesi

C

Bi anda bu ruh haline nasıl gelebildim bilmiyorum. Bir haber, düşünce birden insanın beynini ele geçiriyo ve aslında bilindik ama gelmesinden korkulan sona doğru bir adım atıyosun. Artık sona daha yakınsın, son gelmese bile bu düşünceden sonra eskisi gibi de olmaz hiç bi şey.
Duygularımı anlatmanın bu kadar zor olduğu konu nadir bulurum sanırsam. Ama belki de ben herşeyi kafasına takan hıyarın tekiyim. Yalnızca bunun kendi hayatımda yaptığım herhangi bir işten daha iyi olduğuna emindim.

Merhaba eski alçaklık kompleksli günlerim, elveda hiçbizaman tamanlamıyla sahip olamadığım samimiyetim.

(artık kaymaklı,sütlü ve vanilyalı dondurmaların tadını ayırabiliyorum sanırım)

Bookie


Size asla bir arada göremeyeceğiniz kadar para gösteremem. Ama size hayatınızda asla bir arada göremeyeceğiniz kitap isimleri sayabilirim...
Şu an evde o kadar ayrı alemlerden ve ah bi alem! kitaplar var ki anlatamam.
Bunlardan kesitler sunucam sizlere. Gereksiz bilgi baabında. Belki bir gün işinize yaramaz tabi.

*Peter Schneider- Çiftleşmeler
*Osman Cavcı- Yanlış Anlaşılmış Filmler
*4 tane yazarı var- Avusturya Marksizmi
*Göran Tunström- Ben İSA
*Giovanni Scognamillo- Türk Sinemasında Şener Şen
*İbn Abdirabbih- Bedevi Arapların Özdeyiş ve Adetleri
*Gabriel Josipovici- Dokunma
*anonymous- Led Zeppelin ve Tüm Şarkı Sözleri
*Abdurrezzak Nevfel- Allah ve Modern İlim
*Mehmet Öztürk- Franz Kafka ve Sinema
*Tayyar Arı- Uluslararası İlişkiler Teorileri
*Besim Dellaloğlu- Frankfurt Okulunda Sanat ve Toplum
*Dhammapada- Budist Vecizeleri
*Lynn Hunt- Erotizm ve Politika

Emin olabilirsiniz bunlar sadece ve sadece bir kısmı. Ve benim bunları aynı kitaplık altında görmemi sağlayan yegane insan abime saygılar, hürmetler.
Bir gün işinize yaramazsa ne mutlu bana. Ama her kitaptan alınacak bir şeyler vardır. Don't worry!

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Modern toplumun suni dertli minik insanı

Herşeyden ve blogumdan sıkıldım yine.
Haftaya annem çalışmaya başlasa, evde yalnız kalsam. Ve bana bi engeli olmadığını iddia eden bir annesiz evde neler yapabileceğimi görsem.
Ya da tatil arsızı oldum yeniden birileriyle tatile çıksam...
Bu sefer daha da uzak ve daha da uzun olsa.
Sonra hiçbirşey olmamış gibi tekrar hayatıma devam etsem.
Hayatım ne olacak. Tabiki de hiçbirşey değişmeyecek, herşey aynı kalacak ufak rötuşlarla.
İyi mi kötü mü?
Geçen gün fal bakarken dilek tut dediler hee tuttumm dedim. Sonra da aa gerçekleşcek dediler. Ama ben dilek tutmayı unutmuştum.
Tabi ne dileyebilirdim ki canım, işte hani varya şu hep düşündüğüm odur işte dedim kendime.
Herşeyle hiçbirşey arasındayım. Hava sıcaklığının da bunda etkisi büyük.
Ve seneye kullanmak zorunda kalacağım metrobüsün.

Hani hepimiz geçmişte küçük düştüğümüz anları hatırlarken hep hızla geçeriz ve onurlandırıcı bir anımızı hatırladığımızdaysa ona ses ve ışık efektleri ekleriz ya.
evet ekleriz işte buydu demek istediğim.

Alın bir de benden size cep sözü;
"Hayatımız bir filme çekilseydi izlerken uyuyakalabilirdik."

-Mesela ben ilerde yazdığım yazıları hatırlamaya çalışırken bu yazıyı özellikle sıranın en sonuna koyucam.-

Interessant

Televizyonlarda sigara ve puroyu mozaikleyen zihniyetin nargileyi sere serpe göstermesine ne demeli?

29 Temmuz 2010 Perşembe

işte böyle bir şey

Abim demişti de inanmamıştım. Adler okudun mu? Diye soranlara okudum de geç. Okumana gerek yok.
Aynen öyleymiş. 'insanı tanıma sanatı' adlı kitabından yaptığım çıkarım şu;
Bu adam bilinen ve önceden söylenmiş fikirleri sıradan ve sığ bi şekilde anlatmak dışında bir şey yapmamış. Ve bir de bi hayli yüzeysel fikirlere sahip.Adler rüyaların geleceğe dair ipuçları vermediğini yeni yeni idrak ettiğinde Freud çoktan rüyaların bir 'arzu giderimi' ve bilinçaltının su yüzüne çıkması olduğunu düşünmüştü.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Soyunuyorlar, tutamıyoruz

Demin Dream tv'de 'Mor ve Ötesinin solisti Harun oyunculuga soyunuyor' altyazısını gorunce aklıma geldı. Ya nıye soyunuyorlar. Soyunmak fiilinin temel anlamıyla bir bağlantısı nedir bunun?
Hani müzisyenken gıydıgı kıyafetleri çıkarıp anadan üryan (pek de kibarım) sinema televizyon camiasına mı koşuyor bu adam?
Öyleyse bilelim...

27 Temmuz 2010 Salı

Söz meclisten dışarı

Eğitilmiş köpekler, doymak bilmez maymunlar... Hepımız onlardan degıl mıyız zaten? YASAMAK İSTEMEM ARTIK ARANIZDA diyebilenler zaten yaşamamaktalar.
Ve onlara çok saygı duyuyorum. Ama siz yinede benım saygımı kazanmak için kıymayın kendinize he.
Derler ya kendine saygın olsun diye. Benim onun için kendımı ıntıhar etmem lazım. (bir eylem olarak 'kendini' intihar etmek) E boyle bı durumda saygı duyduğumun bilincinde olamayacağıma göre ben kendime saygı duyamadan ölücem. Bir diğer seçenek ise herşeyden kopup dünya topraklarının üzerinde kendıme yenı bır dunya kurmak.
Ama ben şuan yaşamak isterim aranızda. Ve kendıme saygı duymak değil nefret etmekteyim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Youth

Şu anda hayatımın ilk aılemsız tatılıne gıtmekteyim. Otobuste çevreme özgür kız tadında bakınmakta ve havalara da girmekteyim. Cumaya kadar takılcaz kefken'de bakalım. Burayı günlük gıbı kullanmaktan pek haz etmesem de ne bılıyım yazasım geldı işte...

Not:malum telefondan giriyorum internete ve nedense aşagıdakı yazıma yapılan yorumlara (daha dogrusu Stumm'a) cevap yazamadıım. Bı daha denıycem artık.

23 Temmuz 2010 Cuma

Medyavi Muhabbet

Yüzlerce blog sitesi var. Herkes kendince birşeyler yazıyor; kimisi günlük hayatını anlatıyor, kimisi uzmanlaştığı alanda bilgi veriyor, kimisi iç dünyasını anlatmak peşinde, kimisi hobilerini paylaşıyor, kimisi gündemi takip ediyor.

Eğer bir gün gazete ve dergilerin yerini sanal alemdeki platformlar alacaksa ve şu an tam olarak şeklini almamış bir sanal bilgilendirme ortamı oluşacaksa bu muazzam bir çok seslilik içerecek.

Bu çok seslilik tabiki de tüm "beşer düzenleri" gibi kötü ve iyi yanları birlikte barındıracak. Olumlu yanı bir çok düşünceye, bakış açısına ve ilgiye tanık olmak çok normal bir olay olacak vb. Olumsuz tarafı ise; doğru,güvenilir ve özgün fikirlere ve bilgilere ulaşmak zorlaşacak.

Bir habere ilk kimin ulaştığı, kimden duyulduğu, kimin o haliyle yazıya geçirdiği belli olmayacak kim bilir... Korsan cd gibi ilkel bir hırsızlıkla bile uğraşırken dellenen insanlar sanal alemdeki fikir ve emek hırsızlıklarına nasıl bir tepki verecek ve önüne hangi yollarla geçmeye çalışacak.

Peki şuan ekmeğini televizyon programları, gazete yazıları gibi medya alanlarından kazanan insanlar e-medya düzenine geçince ne yapıp ne edecekler. Medya bir meslek halinden çıkıp, part-time bir uğraşı haline gelmişken (Kişisel site ve bloglar) nasıl geçinecekler? Üyelikli siteler halinde gerçekleşir belki bu evrim gibi bir tez sürebilirsiniz. Ama bu ücretli e-medya kısıtlı siteleri aşamayacak halde kalır gibime geliyor. Bir şekilde o üyelikli ulaşılabilen bilgilere ulaşılıp, halka ulaştırılabilir. Bu durumda medya sektörü biraz da sektörlüğünü yitirip, kişisel uğraşılar bütünü haline gelmeyecek mi?

Copy paste sayesinde yayınlanmış her tür bilgiye ücretsiz ulaşmak, belirli bir seviyeyi düşürür mü?

Ya da hepsine inat şu tezi sürebilir miyiz; Kimse kısıtlı kanallara ve gazetelere bağlı kalmayıp kendine uyan platformlara ulaşacak ve her yönüyle olumlu bir oluşum olacak.?

Yaşayıp göreceğiz, belki hepsi bir yanılsamadan ibaret.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Bir kız çocuğunun gizli ajandası

Bugün odamdaki fazlalıklardan kurtulmak isterken geçmişime dair ilginç detaylara rastladım.
-Bi ajanda buldum. Ajandanın başında da bir takvim var her gün ufak bir kutucuk olarak gösterilmiş ve "genç dimağ" ben o kutucukların hafta içi olanlarının hepsine "okul" hafta sonları ve tatillerine de "tatil" yazmışım. Ki zaten iş günleri mavi ve tatiller beyaz olarak boyanmış. Bunu yaparken 7 yaşındaymışım.

-Yine aynı ajanda da pokemonları sınıflayarak listelemişim. Bazı önemli olanlarınıysa tek tek açıklamışım. Çizebileceğim kadar kolay olanlarınıysa çizmişim. Bunu yaparken 10 yaşında falandım sanırım.

-Çok tasarruflu bi çocuktum. Tüm çocukluğum aynı ajandayla geçmiş. Hala aynı ajandadayız. 15 gün falan günlük yazma çabasına girmişim. Her gün 4-5 cümleden oluşuyor. Ve 15 günün de ilk cümlesi aynı; "Sabahleyin erkenden kalktım." Acaba kaçta kalkıyordum o ara?

Tam bu ajandamdan ayrılabilmiş ve işimi bitirmek üzereydim. Bi dosyayı çöpe atarken arasından 1,5 sene önce katıldığım felsefe olimpiyatında yazdığım yazımı buldum. Ve tam bu yazıyı bulduğum gün İoanna Kuçuradi'yi televizyonda görmeme ne demeli?

20 Temmuz 2010 Salı

Birlikte doksanlara özgü kıyafetler giyebilecek birilerini bulsam ki ben!


Bundan kelli önce yazılarımı kaleme alıp sonra buraya şettiricem. Çünküm yeni kayıta tıklamamla mala bağlamam bir oluyor. Şu ara ilhama o kadar ihtiyacım var ki. Buralara yazılar döşeyememekteyim. Burası dışında yazmam gereken yazılarım var. Bi de hangi akla hizmetse bir adet şarkı sözü yazmam lazım. Bakalım neler olucak görücez hanımlar beyler.

Şu an okuduğum 5i bi arada Otostopçunun Galaksi Rehberi' de önümü tıkadı biraz. Çok zevkli bi de kıyamamaktayım hızla okumaya. Bu sefer de okumam gereken diğer kitaplara geçemiyorum.

Farkettiniz di mi dünyanın en dertli insanıyım. Ve de en boş insanıyım. Daha her hangi bir işe yarar lafımı gördünüz mü şu yaz. Geçen yıl ki acemix yazılarım nerde, şu mal hallerim nerde.

Bu yıl benden çok şey götürmüş. Satamadan getirir zaten, eski halimin de pek bi boka yarar hali yoktu. =) o yüzden umutluyum

19 Temmuz 2010 Pazartesi

helo

Sıcaktan beynım kafatasıma yapıştı dedim arkadaşıma. Cidden öyle.
Bir diğer arkadaşımdan da; ruhumu paraya satmam konusunda ikna edici sözler duydum.
"Boğaziçi eski sevgilin aranızda manevi bi bag vardı ama Koç da yeni kocan sana çok şey vaat ediyo önce evlenip sonra aşık olabilirsin yani belli mi olur."

İşte günlerim bu tip kıyaslamalar ve arada kalmalarla geçiyor. Ve bu cuma da Bilkent'e gitme durumum var. Sanmıyorum Bilkent seçiceğimi ama gezmek iyidir.
He bi de sonunda das sport diyorum.
Seneye bu zamanlar kendımı nerede görmek istiyorum. Bu sorunun cevabı her 2 saatte bir kafamda gerçekleşen güncellemelerle değişime uğruyor.

Fazla da kafaya takmamalı, o kadar derece yapmışım tadını çıkaramamak bu olsa gerek. Eninde sonunda hepsi cici okuldur yea.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

In a big big world


Bir dünya varmış yaşayanlar zamanda yolculuk yapabiliyorlarmış. Ama ancak gittikleri zamanda yasayan birileri olabiliyorlar ve yasanmıs olayları tekrarlamaktan öteye gidemiyorlarmış. Yani zamanda yolculuğa rağmen istemsizce olanları olduğu gibi bırakmaktalarmış. Çünkü kıyamete kadarki tüm zamanların olayları, insanların hisleri, her ayrıntı bir yaprağın kımıldamasına kadar yazılmış. Ve bu düzenin dışına çıkmak imkansızmış. Bilinçli ve zeka sahibi olduğunu sanan insanlarsa mutsuz olduklarında, bu düzenden sıkıldıklarında aslında bu düşüncelerinin de bu düzen tarafından oluşturulmuş olduğunu asla anlayamayacaklarmış.

16 Temmuz 2010 Cuma

Sub specie aeternitatis

*Okula onca lafı ettikten sonra orayı özlüyorum denmez.

*Bazen bir puro sadece bir purodur. Ama o bazen ne zaman?

*Küçükken dedemın böyle bi sürü nalburiye malzemeleriyle oyun oynardık. Uzun çiviler çubuk kraker, boru kelepçeleri simit, ufak ince borularsa bonibon kutusu olurdu.... Çok mutluyduk çok.

*Güvensizlik güven içinde olmanın anasıdır. (Schopenhauer)

*Bademciklerim yok artık bademciğim var. Tek vücut oldular.

*Yetenekli insanlar başkalarının vuramadıkları hedefi vurur. Dahi insanlar ise başkalarının göremediği hedefleri vurur. (abzolutli şopenhaur)

*Hayali arkadaşlar büyüdükçe edepsizleşir. (bu da benden)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Hep doluyla neşiyor insan

Başvurmak kim ya? Başını vurmak kimin?

Ben eskiden daha çekilmez ve daha net bi insandım. En azından sıradanlığımı örtüyodu çekilmezliğim. En azından sıradan olmak için es geçmemiştim kendimi. Bak hala çırpınıyorum her sıradan insan gibi sıradan olmamaya...

Kızıyorum ki kendime zaten düşündüklerimi yapmadığım için. İşin garibi insanları da sevmeye başladım he çekilmez olup üzmeye korkuyorum onları.

Bu arada sınav açıklandı malum, 297. olmusum. Sevinmemiş mi bu -biiip- diye galeyana gelme. Sevindim tabi lan!

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir tatlı huzur

Sınavlar bitti, mezuniyet-balo tarzı ıvırzıvırlar bitti. Son olarak "stres atma" başlıklı tatilim de bitti ve evde arkama yaslanıp birçok şeyi düşünme fırsatını elde ettim. Bi kaç güne de sıkıntıdan patlarım.
Yaptığım tüm planlar afiyetle yalan olur ve yine kitabımı alır yaslanırım arkama.

(Kaybolan fotoğraf makinemi çok özlüyorum.Kaybolmadan önce hayatımda hacmi kadar yer kaplıyorken şimdi badem gözlü oldu.)

11 Temmuz 2010 Pazar

Böyle


Çok az radyo kanalına ulaşılan şehirlerarası yollar yüzünden TRT FM müptelası oldum. En ilginciyse bugun sabah 10 sularında ardarda 3 tane Ronnie James Dio şarkısı çalmaları oldu. Kıyamam ben onlara.

Yalnız öfleye pöfleye bir tatili bitirdim. He söylemeden etmiyim, tatilin en güzel yanı Can Yücel'in yaşadığı mahalleyi ve mezarını ziyaretimdi. Datça'ya yolunuz düşerse kesinlikle Eski Datça'ya gidin, Can Yücel'in evi dışında da çok güzel bir yer. Bi de çok hoş bi köy kahvesi var, Can Baba'nın yarım kalan şarabını ve ufak bir büstünü sergiliyorlar.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Tatilmiş ki bu ya

Tatilinin göbeğinde Schopenhauer'le ilgilenmeyı abartınca için doldurulması zor bir boşlukla doluyor...
ve güçlükle bi internet buluyosun. Ama o an ilham gelmıyor.
Şuan aklımda olan tek şey Epicures'in "Ölümün olduğu yer ben yokum, benim olduğum yerde ölüm." sözü.
Şuna da eminim ki Irvin Yalom adlı şahıs kesinlikle ölümden tırıs tırıs tırsmakta..
Demedi demeyin..

29 Haziran 2010 Salı

Remember remember, the 30th of June

Teknoloji hakkında herşeye özürlü bi 2ayaklı olan ben, Bünyamin'in "sen de aç bi blog" sözü üzerine ipragaza gelmeyip gaza gelip bi blog açtım. Bugünse tesadüfen ilk yazımın tarihine baktım, 30 haziran'mış.(yani tam 1 yıl önce) Bunun ilahi bir mesaj olduğu konusunu Gerçek Kesit'e bırakıp şurda 3-5 laflayalım istiyorum.
Yukarda eskiden "Zamane İnsanı" ve altındaki ufak kısımcıkda da "Yarım bırakır" yazmaktaydı. Zaten adresi de o fikir üzerine almıştım. Cidden her şeyi yarım bırakmıştım. Ama bu blog da öyle olsun istemedim ve sanki o yarım bırakııır yazısı yukarda kaldıkca bi gün gelip ben burayı da bırakırım diye tedirgin olmaktaydım. Kısacası ani bi kararla o yazıları kaldırdım ordan. Ama adresi değiştiremedim tabi ki. Oraya da bakmamaya çalışıyorum elimden geldiğince.
Bu geçen yıl, bloga istediğim kadar önem veremediğim bi yıldı. Malumunuz sınavı falan bahane edip yapmadım belki de. Çoğu zaman vakit de bulamadım. Ama bu yazdan itibaren, buraları orcinal fikirlerle ve kendimce güzel yazılarla doldurmak istiyorum. Ve biraz da çabalayıp izleyici sayımı artırmayı.( reyting önemli bişey tabi..)
En önemlisi ne diye sorarsan, içimi dökmem için bu kadar kolay ve kullanışlı bi yerde (internet ortamı) bulunan şu platform; yeri geldi yazı yazarken moralimi düzeltti, yeri geldi kendime güvenimi artırdı.
Buraları bırakmamam, istediğim şeyleri yazmam ve bir daha şu an okuduğun yazı gibi "acemi yazar önsözü" kıvamında yazılar yazmamam dileğiyle...
Kendinize bakmayın, dünyaya iyi bakın...

Kep törenleri bana hep Ölü Ozanlar Derneğini hatırlatır...

Hayatımda ilk kez kep fırlattım. Tel tokaları saçımdan bi an evvel çıkartma telaşından pek de anlayamadım muhabbetini. Bence herkes yapmış olmak için yapıyo bu törenleri. Bi okul yapmış bi yerlerde. Eminim Türkiye'ye de sonradan gelmiştir. Bi yabancı okul yapmıştır hatta ilk, sonra kıskanan iyi üniversteler liseler falan "bizim neyimiz eksik" mantığıyla yapmıştır. Ya da öğrencileri isteyip düzenletmiştir bilemem.
Bildiğim tek şey bizim kep törenimiz olmasaydı ben de dellenir; "bizim neyimiz eksik" deridim...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Ahanda böyle biter işte.
Hayatımın ygs-lys dönemini bitirmiş bulunuyorum.
Şuan mutluyum.

25 Haziran 2010 Cuma

Yaz tatiline giremeden yazdan bunaldım...
Mutlu olmam için ne olması lazım hiç bilemedim valla...
Yarın böyle ipini koparmış dana gibi sevinip, çayır çimene koşup ohh be demem lazım yada bunun gibi şeyler.
Ama içimden hiç bi şey gelmiyo...
Belirgin olarak istediğim bi şey de yok. Tabi yalnız kalmak hoş olabilir evde. Fakat eminim bunun da tersi bi durum olur yarın...
Not:Yorumu okuyun lütfen, pişman olmuycaksınız..

23 Haziran 2010 Çarşamba

Nobody knows

Bazen saçma bi sebepten soğumaya kalktığımda birinden, hemen kızarım kendime. Yüz asıyosam düzeltirim hemen aman boş yere üzmeyelim birbirimizi diye.
Ama bazen öyle oluyo ki ufacık bi olayda, aslında beni sevdiğine inandığım insanlar, ego tatmini mi neyse benden soğuduklarını öyle sezdiriyolar ki. Belki farkındalar belki değiller bilemem...

22 Haziran 2010 Salı

Paradoksal muhabbetler II

Banyodan sonra saçımı kurutmak için saç kurutma makinası kullanıyorum haliyle.
Soğuk ayarda çalıştırsam saçımın tamamının kuruması bir buçuk yılı alıyo. E sıcak açıyorum bu seferde bir yandan kururken, dipten dipten terlemeye başlıyorum kuruttuğum yerler yeniden ter etkisiyle ıslanıyo. Kısırdöngü halini aldı şu sıralar..
Kurutmasam da bi boka benzemiyo zaten..
Çok mutsuzum, herkes maske takıyo, hayat çok iğrenç, insanlar iki yüzlü
=)

21 Haziran 2010 Pazartesi

Sermayem derdimdir, servetim ahım

Bugün bir hikaye duydum. Başlıkdaki dizelerin sahibi olan Aşık Mahzuni Şerif'in başına gelmiş.
Bir yaz memleketine gidiyor ve bir tanıdığına köy kahvesine inip muhabbet etmek istediğini söylüyor. Alıyor eline sazını ve gidiyorlar kahveye. Muhabbet edip, saz çalmak istediğini söylüyor eşine dostuna. Ama herkes işim var, gücüm var bahanesiyle Mahzuni'yi orada bırakıp gidiyor.
Aşık Mahzuni Şerif ise gidiyor evinin önüne, alıyor sazını eline 2 gün durmadan saz çalıyor. Ve sonra yakın arkadaşına
"Ben bir daha buraya gelmem, ölürsem de buraya memleketime gömmeyin!" diyor ve
o yaz sonunda vefat ediyor.

Şimdi gidip sorsan hepsi eminim o gün orada kalıp dinlemiş olmayı istiyorlardır.
O gün gündelik gayeler yüzünden bir kalp kırmış olduklarının ve eminim ondan son kez duyabilecekleri türküleri reddetmiş olduklarının farkında değillerdi.

İhmal etmemek lazım bazı şeyleri ama elde değil bir çok şeyi ihmal ediyoruz şu hayatta.

20 Haziran 2010 Pazar

Paradoksal muhabbetler

*İğrenç espri yaptığı iddia edilen birine karşı söylenen "Off kuscam şimdaaa", "Ayy üşüdüm falla bu ne souk esprii", "ay kapıyı öğrtüüün", "Kalk git masadan yeaaa"
söylemleri yapılan espriden daha iğrenç bi boyuta ulaşmış durumda...
Yapılan her espriye bu tarz tepkiler veren mod düşürücülere karşı uyanık olalım. Uyanmayanları uyaralım...

19 Haziran 2010 Cumartesi

Yüzde çoğu yalan olası planlar...

ya bana bi fikir verin. Bence bu odunlar çok gitti arkaya ama yazılar bazen okunmuyo...
Aman ya anlamak isteyen anlar zaten.
Benım şu an yaptığım dertsizlikten kendime dert üretmek.

O zaman size bu yaza dair planlarımı söylüyim bi;
tekrar gitar tıngırdatmaya başlamak,
Adsl bağlatmak suretiyle sınırsız film ve dizinin dibine vurmak,
Pisürü psikoloji ve diğer konulardan kitap alıp okumak,
Das sport 'a zaman ayırmak,
Gez-toz yapmak,
En azından bi kaç konsere güzel insanlarla birlikte gitme fırsatı yaratmak,
Evde sıkılmanın huzuruna kavuşmak,
Güzel pikniklere çıkmak,
vakit ayıramadığım insanlara vakit ayırmak
ve bilimum klişe şey daha....

Edit:Üstte bahsettiğim odunlu arkaplana veda ettim bile. =)

el vay es

bayırlıydı galiba ya.
Dereyi görmeden paçaları sıvayan mode on.

18 Haziran 2010 Cuma

10 Haziran 2010 Perşembe

Uzak

Tüm natüraliteden yalıtılmış evlerimizde, karafatmalardan uzak ve bir böceğin adı neden karafatma olur diye düşünmeden geçiyordu günlerimiz...

8 Haziran 2010 Salı

Guitar Hero bağımlısı olduk arkadaş grubumuzcaK. İlki çok eğlenceliydi.(bu eylül ayına tekabül ediyor.) Sonrakiler çok bayıktı. Gitmedik uzun süre falan sonra tekrar sardık süper lan. Medium da oynuyorum artık he. Arada parmağım maviye zor gitse de bunları neden yazdığımı anlamama yetmez.

Evlenirsem düğün hediyesi olarak bilezik falan yerine guitar hero almayı yeğliyorum. İşte bu nedenle yazdım buraya.
Kına yatta olucak, düğün ise su altında.
Cumartesi günü Eminönü iskelesinde olun
Damadı da bulun getirin. Tercihen huyu huyuma, boyu önemli değil.

;)

3 Haziran 2010 Perşembe

When I was a little child

Eğer seri katil gibi bir tipim olsaydı seri katil olurdum. Böyle sürünmezdim. Bu tiple ancak korku filmlerindeki mor gözaltlı hortlak kız çocuğunun öldürmek istediği ilk kurban olabilirim. Acemiliğine gelip, elinden kurtulup ghostbusters ı çağırıp kızı yakalatır, kasabaya derin bir oh çektiririm...

1 Haziran 2010 Salı

Anarşiye küfretmenin ne alemi var? Şu anın anarşizmden ne farkı var?

Ya arkadaş bırakın artık...
Birileri maden ocağında bilmemkaç metre aşağıda hayatını kaybeder.
Birileri ortada savaş bile yokken sırf bazılarının çıkarları için dağlarda kurşunlarla hayatını kaybeder.
Birileri mecburen içinde bulunduğu bi savaşta hayatını kaybeder.
Birileri yoldaki kimin açtığı belli olmayan bi çukura düşer hayatını kaybeder.
Birileri ufacık yaşta açlıktan hayatını kaybeder.
Birileri birilerine ters geldiği için hayatının baharında hayatını kaybeder.
Birileri sadece halkı aydınlatmak için yazdığı yazılar yüzünden hayatını kaybeder.
Birileri açlıktan çürüyerek hayatını kaybeder.
Birileri hareket edemeyecek kadar şişmanlayıp hayatını kaybeder.
Birileri açlara yiyecek götürürken hayatını kaybeder.
Birileri şehrine atılan bombayla hayatını kaybeder.
Birileri bomba atıp insanlara zarar vermek pahasına hayatını kaybeder.
Birileri töre yüzünden hayatını kaybeder.

Bir çok insan saçma sapan (!) sebepler yüzünden ölmekte yada öldürülmekte. HEpsi de kurulu düzenin, siyasetin, ekonomik şartların, devletlerin ihmallerinin yüzünden.
Anlamıyorum devlet olmasa diyorum kendi kendimize olsak diyorum. Anarşi olur, insanlar birbirini yer diyosunuz.
Siz kimi kandırıyosunuz? ve şu an birbirinizi yemek dışında ne yapıyorsunuz?

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Blogda değişim rüzgarı şaşkınlıkla karşılandı

Gözüm alışamadı şu blogun yeni haline.
TAm ortada Jim M.'ı ve Zamane İnsanı yazısını görmeye alışmışım. HAtta dayanamayıp yana koydum Jim'i ,Jimsiz olmaz...

Ayrıca nasıl oldu diycem, Ama beğenmedim derseniz de hemen bi eyleme girişmeyip, Sizin yüzünüzden değil de sadece kendi aklıma gelmiş gibi yeniden değiştiricem arka planı zartzurt.

Ama bunu da söylediğime göre artık anlamışsınızdır bir süre böyle gidecek... Kötü desenizde....
AMa şu üstteki mikrofonlu ablanın yerine daha atraktif ya da bildiğin daha güzel bi resim bulursam onu koyabılırım.
Sinir bozmaya başladı çünkü ilk günden.

28 Mayıs 2010 Cuma


zaman diye bir şey yok aslında. Saat diye bir şey de yok.
Size olmadı mı hiç sevdiğin diziyi izlerken ne zaman bitti anlamazsın falan.

HAha unut bu yazdıklarımı, korkma söyliyceğim şey bu duymaktan bıkkınlık duyduğum cümleler değildii...

Kafana elma düşünce, yerin elmayı çektiğini nasıl düşünür bi insan ya. Ben aa elma düştü der geçerim... O yüzden ben benim, o Newton.

21 Mayıs 2010 Cuma

BACK TO THE FUTURE


Siz izlediniz mi, izlemediniz mi bilmem. Ama ben çok geç izlemişim, buna eminim. Öyle sıradan bi beğendim izleyin filmi değil bu. Benden biraz daha büyük neslin anılarında hala taze olan fakat yaşıtlarımın biraz geç keşfettiği , bilimkurgu harikası bir film...
Bu kadar tatlı, heycanlı ve eğlenceli bi film izleyeceğimi düşünmemiştim.
Ama Marty'siyle, Doktoruyla, Einstein'ıyla, Delorean'ıyla enfes bir film...
İzleyin diyosam bi sebebi var aslında izlemeyin be özel olsun bu az kişi bilsin bu filmi. Benim olsun, hatta keşke kimse izlemeseydi benden öncee...

16 Mayıs 2010 Pazar

who blind your eyes and steal your dreams....


Sing me a song, you're a singer...

"Singer" söyle desek de söyleyemeyecek artık şarkılarını.
Ya da hep bir yerlerden şarkı söylüyor olacak, onu duyan herkese.
İyi ki yaşadın Dio, İyi ki müzisyendin, İyi ki Holy Diver diye bağırdın, iyi ki Heaven and Hell dedin, iyi ki stranger'larla konuşma diye uyardın bizi, iyi ki rainbow in the dark'la coşturdun...

Çok garip bi şekilde ilk dinlediğim gruplardan biri hatta ilk dinlediğim ve hayranı olduğum grup Black Sabbath; Ozzy'yi de severim ama Dio hep bi başkaydı benim için. Küçük Dev, bu dünyada yaşamış milyonlarca insanın yapamadığını yaptın, binlerce insana seslendin, derdini anlattın, öğüt verdin... Bence rahat bir uykuyu hakettin. "Don't go to heaven, cause it's really only hell"

We know you, We touched you, you are real.
you were real...

29 Nisan 2010 Perşembe

tutunmadan yaşamak...

İnsanların hayat boyu sürdürdükleri aptal çabalarından kurtulduğu...
Dünyanın artık güzellerle-çirkinlerle, zenginlerle-fakirle değil insanlarla dolu olduğu...
Haddinden fazla değer biçtiğimiz her şey/kişiden tüm hepsini geri aldığımız...
Onlarca anlamsız kelimeden kurtulup, her şeyi yeni baştan adlandırdığımız...
Devlet ve siyaset gibi olguların "olup", "bitip" rafa kalktığı...
Zincirlerimizden kurtulmanın bu kadar zor olmadığı...
Bir tek yalana gerek kalmadan herkesin tek ve bir yüze sahip olduğu...
Doğru yolu anlattığını sanan kişilerin yollarında kaybolduğu...
Kimseye tutunmadan, bir ağaç gibi özgür olunduğu...
Orada yaşamak için kendin olmanın yettiği bir yerde yaşamak isterdim.

(Oku: Tüm cümlelerin 2. kelimelerini birleştirip bi bok yediğimi sandım, hadi çözün.)

8 Nisan 2010 Perşembe

Ygs 2010

Her günüm delicesine dolu ve hızlı
Neler oluyor anlamadım
Canım bile sıkılmaz oldu
Mutluluk hakim bünyeme
Değil sebebini bulmak
Varlığına alışamadım =)

Bu arada pazar günü YGS adlı geçen yılın 1.bölüm üne tekabül eden sınava giriicem..
Hadi bana başarılar

İnanıyorum hep bildiğim yerlerden gelicekkk.....

29 Mart 2010 Pazartesi


geçen gün bir arkadaşımla yemek yemeye gidecektik.
Evden çıktım ve markete uğradım
indirimler çok sağlamdı.
Yalan atana, huzur bedava...
3 dedikodu yapana 1 kahkaha hediye falan..
Ayrıca biriktireceğiniz gıybet-puan larla
cehennemin dibine çift kişilik bilet
ya da sınırsız kabir azabı edinebilirsiniz.
Mağazanın adresiyse...
çok kolay
hiç bir yere gitmene gerek yok, aynaya bakman yeterli.

sevgiler... my dear "good" friendss
sıcak günler bizi bekliyorr...

19 Mart 2010 Cuma

Ne kadar uzağa gidersen git, hep ilk olduğun yerde olduğunu düşün.
Yola çık şimdi, arkana bakmadan git nereye gidersen. Mesela git bi kitapçıya kitap ara, çık bi kahve iç, yalnızlığına lanet et,insan içine karışmaya çalış, sıkıl, yalnızlığı seç, büyü tabi, boyun uzasın, saçların uzasın, kilo al, gözlerin daha anlamlı baksın , okula başla, oyun oyna, eve gelince tozunu toprağını saç her yere, annen kızsın, büyü, liseye geç, biriyle tanış, çok sev, o seni sevmesin, acı da çek, sigara iç, yada içme, okuldan kaç, mezun ol, kazanama bir yıl, seneye kazanırsın, seneye kazandın, yeni bi çevre edin, eski günleri özle, ya da özleme, sınıfta kal, en sonunda bitir onu da, işe gir, biriyle tanış, tam sana uygun, sev, ama daha az, mantığın daha önde olsun, yüzük takın hatta, belki evlenirsin bile, bir gün eve giderken çiçek al, evde olmasın çiçek aldığın kişi, ara açmasın, arkadaşını ara oda bilmesin nerede olduğunu, annesini ara açmasın o da, sonra çalsın telefonun birden, gel hastaneye desin o ses, git , bekle kapıda, sonra ağlarsın, gözlerini yumsun, açamasın, ağla, ağlarsın, insansın, ölmek iste sen de, öleme, lanet et yalnızlığına,gidene üzülme, kendine üzül, git bir gün gezmek için bir yerlere, sahile mesela, dayanama, at kendini, neredesin... en baştasın. olmuşla olmamışın hiç farkı yok artık. NE kadar adım atsan da en baştasın, küveze bile alınmadın daha, doktorun 3 parmağının arasında ayakların.... ve şimdi. şimdi de öylesin, tüm suçlarından arınmış, tepe taklak elindesin hayatın...

9 Mart 2010 Salı

yüzüklerin efendisi'ni izledikten sonra ağlayan bi ben varsam.. vay bana vaylar bana

napıyorum ben?
ne yapıyorum yani? bi kaç gündür deli gibi uyumak dışında başka hiçbir şey istemiyorum.
artık yaş da kemale erdi, saçma sapan platonik aşklar için.
o heves de yok.
üşengeçlik hakim bünyeme
bünyeme deyince bünyamin geldi aklıma
ne alaka diyceksin şimdi, o kim
sanki baya olmadı görmeyeli
sana ne di mi?
ama sen dedim ya
senin kim olduğuna bağlı
mesela bünyamin okuyosa ona ne değil.

böyle bi insan oldum ben..
uykusuz bile okumuyorum
eskisi gibi değildir heralde
ama umut sarıkayayı severim her daim.
sen gittin gideli bebek
dye bi kısım vardı ones upon a time
onu hatrladım
güzeldi...
o zaman kendime gelsin:
kendime geldim geleli dostlar.

23 Şubat 2010 Salı


hala eve gelmeden önce sakız çiğneme aşamasındayım..
Ne acı dimi?

Şu aralar çok arabesk'im...Biliyorum arabesk bi müzik türü hatta arap kökünden türüyo falann.. Ama anladın sen beni.. Hem metalde ameruganın ve diyer gavur ülkelerinin arabeskiymişş(klişes in muhabbets of turkish teenagers)

Her yerde rastlayabileceğiniz bir insan olma özelliğine sahip zamane insanı gururla sunar...

(sanırım bu klişede doğruluk payı var, ozzy'nin bakışlara bakın. müslüm baba sevindirik kalmış yanında.)

16 Şubat 2010 Salı

Alnımda yazan yazı, dikiz aynasından bakanlar anlasın diye
ters yazılmış
İlk bakışta anlaşılmaz bu yüzden
Sırtını dönen bana farkeder ki malmışım.
"İyane" ya çok mu zor ki tersten okuması?

14 Şubat 2010 Pazar

Moulin Rouge......

this story is about truth, beauty, freedom, but above all...love!

Masal lan bu bildiğin masal... Müzikler, renkler, ambiyans...Çok etkileyici..
Ailenizin Atilla Dorsay'ı olmaya niyetli değilim ama hoş film işte. İzleyin ilk fırsatta.
But, ben gibi 14 şubat'ı seçmeyin izlemek için. Tüm gün, aşkmı hebele hübele, sevgili dedi pufffkdfldsksk hhhhaahaha. diye gezinip ,akşam eve gelip bu filmi izleyince bi duygu kumkuması oluştu. NE hissetcem bilemedim.. Tabi Ewan Mcgregor'a dair gayet net hislerim de vardı.

O zaman biraz teen spirit kokalım;

ooh inside my heart is breaking
my makeup may be flaking
but my smile still stays on....

28 Ocak 2010 Perşembe

uyandım. telefonu aldım elime, saat 10:00 günlerden çarşamba...
allah allah dedim, bugün pazartesi olmalıydı.
eminim bundan bugün pazartesi olmalı..
kalktım çantama baktım salı gününün programındaki derslerin defteri var...
mutfağa gittim dün yapılan yemek de yok dolapta...
buraya kadar belkilerle oyalarken kendimi
salı ve pazartesinin gazetelerini görmemle,
şaşkınlık yerini ürpertiye bıraktı.
dış kapıyı açtım, poşette bir ekmek ve birde gazete vardı
Yazan tarih de çarşamba tabi...

Koskoca iki günüm yok ortada..
KAfam allak bullak camdan bakarken, dersaneden bir kaç kişiyi aramak geldi aklıma
Aradım.
Biri açmadı. Diğeri de "Ne saçmalıyosun, böyle bi yalan duymadım, gördüğüm en komik insansın. Dün olanlar için daha mantıklı bir yalan bile bulamamışsın."
deyip kapadı telefonu yüzüme.
Facebook u açtım pazartesi koyulmuş bir kaç resim buldum.
Eski okulumdan arkadaşlarımla gezmişim pazartesi.
Salı günü de sadece bir iki fotoğrafa yapılan yorum dışında bişey yok.
Odama gittim tekrar, deli gibi geziniyorum evin içinde..
MAsamda gözüme bir kağıt ilişti.
Benim yazımla yazılmış. İşte bunlar yazıyordu:

"İki gününü sen yerine ben geçirdim. Ben kim miyim... Senim..
Şifreni kırdım önce, sonrası kolay tabi. Yaşadım sen olarak 2 gün.
Pek eğlenceli gelmedi hayatın. Korkma bir daha girmem.
Yaptıklarım içinse özür dilerim...
Ama sen de çok safmışsın... Şifreni kırmak hiç zor olmadı. Değiştir istersen."

İşte böyle ister inanın, ister inanmayın.
2 gündür, yokmuşum. Yani ben -bir ben varya benden içeri işte o ben- iki gündür yaşamamışım. Ölümün uzunluğuna kıyasla kısa da olsa. Ölmüşüm ben 2 gündür.


Kavga edip , rahatsız ettiğim ( yani hackerımın rahatsız ettiği) herkesten beni affetmelerini bekliyorum...

24 Ocak 2010 Pazar

Kar yağdı.. Mutlu olmalıyım, kesinlikle güzel bir şey bu. Küresel ısınma çoğu yerde sıcaklığı düşürüp, yağışları artırsa da küresel "ısınma" deyince ileride cayır cayır yanıcaz diye düşündüğüm için, yağmur ve özellikle kar gibi doğal olaylara çok seviniyorum.
Bi de ne biliyim kar bu, top yapıp atabilirsin, kardan adam yapabilirsin, yanında biriyle gacur gucur yürürken sohbet edebilirsin, ya da ağzını açmaya korkup gözlerini kısıp soğuğun beynini de biraz soğutmasıyla tüm düşüncelerinden sıyrılabilirsin...
ve bunu eğer istanbul'da yaşıyorsan yılda en fazla 1-2 hafta içinde yapabilirsin. ( bazı yıllarsa hiç yağmaz;)

Ama sinirlendiğim tek nokta var, kaç aydır kar bekledik yağmadı, okullar tatil oldu kar yağdı.
Okullar mis gibi tatildi şimdi. Yıllık iznini kurban bayramında almak gibi bir şey bu...

Seneye bu okullar triplerimden kurtulucam , en azından gittiğim üniversitenin programı dahilinde düşüneceğim için okulum varken tatil olsaydı diye düşüneceğim. Belki de acımasız bir okula gidicem ve kasırga çıksa da tatil vermeyecekler....
İşte küçük beynimin içindekiler...