24 Mayıs 2012 Perşembe

Seyfi Teoman'a

Üstünden iki haftadan uzun zaman geçti. Ancak kafamdakileri toplayabildiğimi düşündüm ve oturdum yazının başına. Kolay bir haber değildi, beklendik bir haber değildi, inandırıcı hiç değildi. Tüm sözler klişe olacak belki kimilerine göre ama Seyfi'nin sevenleri için durum çok farklı. Çok gençti, çok pozitif bir insandı, çok yetenekliydi, gelecek vaat ediyordu... Ama önümüze acı bir gerçeklik dikildi, seyrine Seyfi'yi de katıp, yoluna devam etti. Bizse bu gerçekle boğuşmak zorunda kaldık, hele ki biricik ailesi, karısı, arkadaşları.

Dün Mithat Alam Film Merkezi, dönem sonu gönüllüler etkinliği vardı. Her sene geleneksel hale gelmiş olan "merkez'de bu yıl" kolajını izlemeye aşağıya indik, her zaman olduğu gibi Mithat Alam ufak bir konuşma yapmak için topluluğun önüne çıktı. O an anladım, Seyfi Teoman ile ilgili bir kolaj da izleyeceğimizi. Mithat Hoca'nın samimi ve duygusal konuşmasından sonra Seyfi Teoman'ın taa üniversite yıllarına döndük. O yıllarını Merkez'e adamıştı, daha kurulu bir düzen yokken bile o Merkez için uğraşan didinen, kendini sinemaya adamış bir gençti. Uzun saçlıydı. Onu ilk kez uzun saçları ve zap zayıf haliyle gördüm, gülüyor, dalga geçiyor, çekim yapıyor... Sonra daha yakın görüntüler akmaya başladı, Tatil Kitabı'ndan görüntüler, kimi festivallerden görüntüler... En son da, "Merkez var olduğu sürece, Seyfi  de var olacak!" sözüyle bitti kolaj. Kafam darma dağınık, daha dün gece gördüğüm rüyanın da etkisindeyim, gözlerimi kapatıp rüyamı devam ettirdim.

Rüyamda bir otobüste bir adamla karşılaşıyorum, konuşuyoruz biraz. Otobüsten inince hava birden aydınlanıyor ve karşımdaki adamı tanıyorum, Seyfi bu. "Seyfi Teoman da öldü." diyorum nedense ona, o ise bana "Boşver, onu ben de anlamadım" deyip sırtıma vuruyor. Sonra bizim okulun güney çimlerinde oturup, çekeceği filmlerden bahsediyor. Birden muhabbetin ortasında uyuya kalıyor. Uyandırmaya çalışıyorum, uyanmıyor...

 Hala inanmayı reddediyorum , hala o güne dönüyorum. Bu lanet kaza olmadan bir hafta önceye,;

İstanbul Film Festivali'nin ikinci haftası, Atlas Sineması'nın önünde Mithat Alam'la birlikte konuşuyoruz, gösterimi bekliyoruz. O sırada Seyfi Teoman beliriyor, ama ben tabi simasını tanımıyorum her ne kadar filmlerini bilsem de. Mithat Hoca bizi tanıştırıyor, ayak üstü sinema üzerine bir muhabbet dönüyor ve film vakti geliyor. Ben festival görevlisi olduğum için, biletlilerden boş kalan yerlere oturacağım. Meğersem Seyfi Teoman da festival davetlisi olduğu için aynı şekilde izleyecek filmi. Mithat Bey önden giriyor salona, ben de Seyfi ile birlikte boş bir yere otururuyorum. "Sence kaç kere daha yer değiştiririz, film başlayana kadar? " diye soruyorum ve sen de diyorsun ki "Vedalaşmaya hazır ol". Der demez, senin yerinin sahibi geliyor ve huup kayboluyorsun gözden....

Vedalaşmaya hazır ol!
Böylesine ne ben, ne de hiç bir sevenin hazır değildi...

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Alphaville - Ve Godard bilim kurguya el atar..

Bildiğim en sinefil insan ve sinefil adayı arkadaşlarımla izledim bu filmi. İstemeden didiklemeye, kurcalamaya başladım. Düşündüklerimi de işte size sunuyorum.

Film, en başından itibaren seyircisini elemeye , kimisini saf dışı bırakmaya başlıyor. Her izleyicinin kaldırabileceği cinsten bir film olmadığını Alpha 60'ın sesini duyunca anlıyoruz. Boğucu, rahatsız edici ve anlaşılmaz yavaşlıkta konuşan bu bilgisayar filmin en felsefik cümlelerini, Alphaville şehrinin vizyon ve misyonunu sarfediyor insanı bıktırana kadar. Mantıksız görüp kaale almadığımız cümlelerin bizlerde bıraktığı bilinç dışı etkilerle, bu şehrin distopik bir mekan olduğunu hissediyoruz. O kadar distopik ki, sevgiden, vicdandan, duygudan bahsetmek , şehrin dayattığı "Logic"in dışına çıkmak katledilmeniz için yeterli.
Distopik unsurların oluşu, filmi 1984 ya da Brave New World'le ideolojik bağlamda kıyaslamama neden oldu. Çok da doğru bir yöntem değildi belki ama beni başka yerlere götürmeye yetti. Örneğin, Alphaville'de duygudan bağımsız, saf, sadece kendi üzerine kapanan bir mantık anlayışı olduğunu keşfettim. ama bir çok distopyada olduğu gibi emek- sermaye- eşitlik bağlamlarında filmden pek bir örnek bulmak da mümkün değil

Bunun sebebi filmin sonunda aşıkların kavuşması gibi bir klişe varolması değil, aksine filmin distopya anlayışının alışılagelmişten daha felsefik bir yerde durması. Hatta filmin finali ancak ana akım aksiyon filmlerine bir gönderme olabilir, ki zaten Lemmy Caution, dönemin popüler dedektif karakterlerinden. Godard'ın bu karakter üstüne devam filmi çekme gibi salt bir gayesi olmadığı düşünüldüğünde, filmin felsefi katmanları üzerine daha fazla düşünmek ve bu sonu bir homage olarak algılamak gerekiyor.

Filmde çok kez tekrarlanan ve Alphaville'in "oluşmuş" değil " yapılmış" bir mekan olduğunu bangır bangır bağıran kavram "Logic". Bence bu logic kavramı, şehrin yani bir camianın uymak zorunda olduğu etik kurallar ya da adetleri temsil ediyor. Tek farkı günümüz dünyasında bu kurallar bütününü kimin yaptığı belli olmasa da Alphaville'de bunu yapan profösör Von Braun. Von Braun'un mantık kurulumu o kadar mantıktan yoksun ki, kimi tümden gelim önermeler bile bu şehirde mantıkdışı bulunabilir. Bu da matematiksel denklemler de manipülatif bir araç olup, toplumlara ket vurabilir.

Şimdilik çok kısıtlı olarak incelesem de filmi, devamı gelecektir belki.